10 Kasım 2018 Cumartesi

GEÇ KALMA... 

Zamanın izafi olduğu konusu sanırım hepimizin bildiği bir konu.
Kişinin içinde bulunduğu psikoloji, bulunduğu ortam ve çevrenin yanı sıra, olayların akışına göre de kişiden kişiye değişen bir algıdır, zaman. 
Birisine çok uzun gelen ve geçmeyen zaman, bir diğeri için çok kısa olabilir. Gerçi neden böyle olduğunu izah edemez, anlatamayız ama bu duyguyu hepimiz hissederiz. 
İşte onun için de zaman izafi der geçeriz...

Dünyaya geldiğimiz andan, bu alemi terk edene kadar geçen süreye ömür deriz. Yine kimine göre uzun, kimine göre kısa diye adlandırdığımız bir zaman dilimi...
Fiziki alemin şartları ve ilahi düzenin gerekliliği çerçevesinde,  ömür sürelerimiz hakkında hiçbirimizin bilgisi yoktur. Kısacası, insan yaşamını kaç sene yaşayacağını bilmeden sürdürür.

İşte bu bilinmezlik, doğal olarak insanda sanki hiç ölmeyecekmiş gibi bir his yaratır. Bu hissin neticesinde hemen hemen hepimiz , "Bugün olmazsa, yarın olur", "Bu hafta olmazsa, gelecek hafta olur" gibi mazeretlerle yapılacak işlerimizi geciktirir, sürekli öteler dururuz. 
Fakat gelin görün ki, bu öteleme ile ömür geçer gider ve bir de bakarız ki, yaşamın olgunluk çağına girmişiz ve yapmak istediğimiz birçok işi yapamamışız, zaman da uçup gitmiştir. Geriye baktığımızda, bir pişmanlık hissi duyarız yaşamda ıskaladığımız şeyler için...

Aslında hepimizin hissettiği bir duygudur uçup giden zaman ve ardından duyulan pişmanlıklar. Bu duygu zaman denen algının nasıl hissedildiği için de çok güzel bir örnektir. Yıllar, hatta onlarca yıl geride kalmıştır ve arkamıza baktığımızda hatırladıklarımız da çok azdır, sadece bir kaç film karesinden öteye gitmez. 
Evet, maalesef zaman uçup gitmiştir...

Bakın bir örnek verecek olursak, bir kum saati gibidir ömrümüz, kimin haznesinde az, kiminin haznesinde çok olan kum taneleri gibi. Dünyaya geldiğimiz an kum saati ters döner ve duraksamadan akar. Doğal olarak haznesinde çok olanın geç, az olanınki erken biter.
Çoğumuz bunun böyle olduğunu bilmekle birlikte, gelin görün ki, zamanı gerektiği gibi kullanamaz. Genelde yaptığımız şey yukarıda bahsettiğim gibi "Nasıl olsa daha çok zaman var, sonra bakarız" demekten öteye gitmez.

Konuya ruhani boyuttan bakarsak önümüze şöyle bir tablo çıkar.
Ruhun ölümsüzlüğüne inanıyorsak, ruhun tekamülünü de kabul ediyoruz demektir.
Daha önce de bir çok kez dile getirdiğim gibi ruhun tekamülü için fiziki alem dediğimiz bir oyun alanı var ve bu sebeple bedenleniyor, bu aleme gelip, gidiyoruz. 
Fiziki alem dediğimiz yaşam sahnesi bizim bir noktada test alanımız, çalışma alanımız, kendimizi eğitme, imtihan ve ruhumuzu tekamül ettirme alanımız.

Ancak, bizler fiziki alem dediğimiz oyun alanında, kendimizi fiziki alemin dekorları ve aldatmacasına o kadar kaptırıyoruz ki, kendimizle ilgili olarak yapmamız gereken esas çalışmaları yapmıyoruz ve maalesef kendimize yatırım yapmamız gereken tüm çalışmaları geciktiriyoruz. 
Önceliğimiz, çoğunlukla fiziksel alemin duygu ve hazlarından öteye gidemiyor. Bir taraftan da beslememiz gereken içimizdeki ben, yani ruhumuz ihmal ediliyor. 
İşte, bu ihmal ve ihmalin sebep olduğu gecikmeler, doğrudan bizim ruhsal tekamülümüze etki ediyor ki, bu da bizim bu dünyada bulunmamızın esas sebebi.

Peki, "Ne yapmamız gerekir"?
Öncelikle insan denen varlık, yani bizlerin bu alemde tekamül için bulunduğumuzu aklımızdan hiçbir zaman çıkarmamamız gerekiyor. 
"Kendini bil, kendini tanı"; bütün ezoterik felsefe ve inanç sistemlerinin ana teması da unutmayın ki, bunun üzerine kuruludur. Bu felsefi yaklaşım bizlere ruhsal dünyanın kapısını aralayan bir anahtar gibidir. Bu anahtar sayesinde fiziki alemin düzenini, ruhsal dünyamızın anlaşılmaz dediğimiz birçok kavramını anlamaya ve anlamlandırmaya başlarız.

Özetlemek gerekirse ruhumuz gelişmek için fiziki aleme geldi ve bu alemde misafir. Bu alemde vakti dolunca, tekrar geldiği aleme geri dönecek ve bu alemde geçirdiği süre içinde, tekamülü için yaptığı tüm çalışmaların ve yaşadığı tüm sürenin hesabını verecek. Hesaplaşacağı ve hesap vereceği tek varlık da kendisi.
İşte o zaman fiziki alemde geçen zamanın kıymetini, daha doğrusu fiziki alemde iken hoyratça harcadığı zamanın kıymetini anlayacak, ancak iş işten geçmiş olacak.

Olaya bu noktadan baktığımızda, fiziki alemde harcanan zamanın aslında ne kadar kıymetli olduğunu daha da iyi anlamamız gerekiyor. Tamam, fiziki alemde iken bedenimiz ve fiziki alemin nimetleri için koşturup duruyoruz ama işin esas önemli yanını ihmal ediyoruz. Kısacası, ruhumuzun beslenmesi ile ilgili hiçbir şey yapmıyoruz. Aslında yatırım yapılması gereken en önemli şeyi kaçırıyoruz. Fiziki alemin esiri olup, ruhumuzun tekamülünü göz ardı ediyoruz.

Bununla ilgili çok güzel bir örnek vardır, insan ve gölgesi örneği.
Eğer dünya işleri, yani gölgeniz önünüzde ise siz kovaladıkça hep kaçar, gölgeniz sürekli önünüzde gider ve yakalamanız mümkün değildir. Ama gölgenizi yani dünya işlerini arkanıza alırsanız, siz her halükarda önde giden olacaksınız. Tabii ki, bu örnekten yola çıkarak tüm dünya işlerinden kendimizi soyutlamamız ne mümkün, ne de doğrudur. Unutmayalım, huzurlu bir yaşam dengeli bir yaşamdan geçer...

Gelin bugünden itibaren sadece bedeni hazlar ve bedeni his ve duyguların tatmini için değil, aynı zamanda ruhumuzu beslemek için de gayret gösterelim.

Fiziki alemin geçici olduğunu, dünya zamanı ile adlandırdığımız sınırlı bir zaman olduğunu, aslında ait olduğumuz ruhsal alemde zaman algısının çok farklı olduğunu unutmayalım. 
Bunun için yapılacak şey çok basit.

Fiziki alemde ömrümüzü sürerken hiç ölmeyecekmiş gibi değil, bir gün bu alemi terk edip gideceğimizi düşünerek davranalım. Kendimize, ruhumuza yatırım yapalım ki bu alemi terk edip, ait olduğumuz aleme geri gittiğimizde hiç değilse bir miktar tekamül farkımız olsun...

İşte onun için gelin bugünden itibaren, hiçbir mazeret üretmeden ve gecikmeden siz de düşünmeye başlayın ve er veya geç gideceğiniz yer için az da olsa bir hazırlık yapın. En azından gidilecek bir yer olduğu bilinci ile fiziki alemde bulunduğunuz süreyi iyi değerlendirin.

Kamil, tekamül etmiş, olgun bir insan veya bu yolda mesafe kat etmiş bir insan olarak bu dünyadan ayrılmanın tek yolu bu... 
Fiziki alemde iken ruhumuzu ihmal etmeden yaşamak ve onu beslemek... 
Bir nevi yarına yatırım yapmak gibi de düşünebilirsiniz... 
Zaman henüz elimizin altındayken geç kalmayalım derim...