9 Haziran 2018 Cumartesi

ACABA ...

Yaşamımızda sıkça kullandığımız bir kelime...
 "Acaba"...

Türkçede bir soru edatı olarak kullanılan ama insanın en çok da kendisini ve geçmişini sorgularken dile getirip kullandığı bir kelime.

Yaşamımızda özellikle zor olaylar karşısında karar verirken önümüze çıkar acaba ve 
acabalar.  Acaba şöyle mi yapsam, acaba böyle mi yapsam? Kısacası, bir kararsızlık anının, karar verememenin, bocalamanın göstergesidir. 

Peki, neden kararsızlık yaşarız, neden kararlarımızı alırken böyle bir durumla karşılaşırız?
Bence bu sorunun cevabı insanın olaylar karşısında yaşadığı  değerlendirme anlarında yatmaktadır. Zira, karar verirken bir tereddüt/duraksama anı olur ve bilincimiz tüm yaşam birikimi ile olayları değerlendirir; akıl, vicdan, tecrübe ve benzer tüm değerlendirmelerin süzgecinden geçirdikten sonra bir karar verir.
Burada bir noktayı özellikle belirtmek isterim. Aldığımız kararların içinde yaşamımızı kökten değiştirecek kararlar olabildiği gibi, rutin günlük işlerimizle ilgili olarak aldığımız kararlar da vardır. Günlük hayatta biz farkında olmadan, aslında tıpkı otomatik bir makine gibi işleyen bu karar süreçleri çok hızlı gelişir.

Ancak, yaşamımızda öyle kararlar vardır ki, bizi bilemediğimiz bir rotaya doğru götürecek, belki yaşamımızda geleceğimizi etkileyecektir. 
İşte, acaba sorusu bu tür kararlarda bizleri zorlar ve yaşamımızın bu döneminde acabaların sayısı artar. Böyle bir durumla karşılaştığımızda doğal olarak sıkıntılı bir süreç yaşarız. Bu sıkıntılı dönem şüphelerin birbirini tetiklediği ve her tetiklemenin alacağımız kararı geciktirdiği, bazen de çıkmaza soktuğu bir dönemdir. Evet zor bir dönemdir bu, zira vereceğimiz kararla yaşamımız belki kökten değişecek, belki de kurguladığımız veya öyle zannettiğimiz bir yaşamdan bambaşka bir yaşama doğru rotamızı belirleyeceğiz. 
Özet olarak bu bilinmezliklerin çok olduğu bir an...

Böyle dönemlerde tek yapmamız gereken şey iç sesimizi dinlemek, yani ruhumuzun istediği yöne doğru hareket ederek, kararlarımızı o yönde almak. Eğer ruhsal dünyanız güçlü ise, inanın alacağınız kararlar sizi en doğru yöne götürecektir. Zira, ruhsal dünyanın zenginliği demek, ruhsal dünyanız ile irtibatınızı sağlayan algılarınızın güçlü olması demektir. 

Böyle dönemlerde sakin olun, kısa bir değerlendirme yapın, iç sesinizi dinleyin, kararlarınızı iç sesiniz yönünde alın. Tek yapacağınız kendinizi olayların akışına bırakmak. Bu aslında ruhunuzun sizden istediğini yapmaktan başka bir şey değildir. 

İsterseniz süreci bir de şöyle değerlendirelim.
Yaşam senaryomuz hazırlanırken bu alemde yaşamak istediklerimiz, tecrübe etmek istediğimiz tüm senaryolar bilinç altımızda kayıtlıdır. Bu kayıtlarda, tüm yaşam geçmişimiz kayıtlı olduğu gibi bu dünyaya bu kez neden geldik, neler yaşamalıyız, neleri tecrübe etmeliyiz? gibi soruların cevapları da vardır. 

İşte algıları açık, ruhsal dünyası zengin kişiler bu kayıtlara bir türlü ulaşmanın yolunu bulmuş, o yolun kapılarını aralamış kişilerdir.

Bu insanlar özellikle zor kararları çok kolay alırlar ve neticesini tecrübe edip yaşamlarına devam ederler. Bu insanlarda derin bir tevekkül hali vardır, kendilerinden emin ve sakin bir yapıdadırlar.
Bu ruhsal olgunluğa erişmiş insanlar başkaları tarafından çok da kolay anlaşılmazlar. Hatta çoğunlukla da yanlış anlaşılırlar ve vurdumduymaz, umursamaz, kaderci gibi ithamlarla karşı karşıya kalırlar. 
(Burada küçük bir hatırlatma; fiziki yaşamda mutlak doğru diye bir şey yoktur, lütfen bunu aklınızdan çıkarmayın. Hatta dönem dönem çok doğru diye iddia ettiğiniz şeylerin doğru olup olmadığını bir sorgulayın. onun için insanları ve olayları yargılarken kesin kararlarla kendinizi sınırlamayın)

Fakat, şunu söylenmeden geçemeyeceğim; yukarıda bahsettiğim tevekkül halini sakın kadercilik ile karıştırmayalım. Buradaki tevekkül hali bambaşka bir duygudur. Ruhun tekamülünün en önemli göstergelerindendir. Bu ruh olgunluğuna erişmiş kişilerin, özellikle geçmişlerine dair sorgulamaları olmaz, yaşanmışlıklar yaşanmış ve geçmişte kalmıştır. 
Önlerine çıkan zor olayları neden ben? niçin bana? gibi sorularla sorgulamazlar. Bu duyguya ve ruhsal olgunluğa sahip kişiler, yaşanmış ve yaşanacak tüm olayların ve duyguların, iyi veya kötü olmasına bakılmaksızın, bize tecrübe kazanmamız için gerekli şeyler olduğu idrakine sahiptirler.

Peki, bizler ne yapmalıyız?
Yaşamımızdaki acabaların sayısını nasıl azaltıp, yaşamımızı nasıl yönlendirmeliyiz?
Yaşamımızı nasıl daha yalın ve basit hale getirebiliriz?

Bence cevap "Acaba" sorusunun altında yatmaktadır.
Öncelikle, geçmişi yargılamamayı ve neden böyle davrandım?, neden böyle yaptım? gibi pişmanlık içeren, kendimizi suçlayan ithamlardan uzak duracağız. 
"Acaba şöyle mi yapsaydım, acaba böyle mi davransaydım?" sorularını yaşamınızdan çıkaracaksınız. Tek yapacağınız yaşanmışlıkların neden yaşandığını anlamaya çalışmak, yaşananlardan ders almak olmalı. Her yaşadığımız şey bize bir şeyler öğretmek için olagelen yaşanmışlıktan öte şeyler değil.

Kendinize bir yaşam doktrini yapın ve geçmişle yüzleşin. "Yaşadıklarımı ruhumu tekamül ettirmek için yaşadım ve onları yaşadığım için şimdi bu noktadayım" demeyi öğrenin.

Geçmişi sorgulamak, acabalar, pişmanlıkları bir kenara bırakın. Emin adımlarla yaşam senaryonuzu en son noktasına, sınırları zorlarcasına kadar yaşayın, deneyimleyin. Ruhunuzun sesini dinlemeyi öğrenin... İnanın bana sizi en doğru yere götürecek olan, ruhunuzun işaret ettiği noktadır.

Konuşun onunla, onu anlamayı, dinlenmeyi öğrenin ve sadece ama sadece onun istediği rotadan yolunuza devam edin...
Unutmayın ki, tekamülün başka bir yolu yok...