Yazı başlığından da anlaşılacağı üzere, bu yazımda yaşamımızın yapılandırılmasında ne kadar önemli olduğumuzu anlatmaya çalışacağım.
Yaşama gözlerimizi açtığımız an bir yaşam senaryosu ile hayata başlıyoruz. Fakat, burada en önemli nokta, yol alırken nasıl bir senaryomuz olduğu konusunda hiçbir bilgiye sahip olmamamız. Kısaca söyleyecek olursak, bizim yazdığımız ama bilemediğimiz bir yaşam senaryosuna sahibiz......
Başka türlü ifade etmek gerekirse, soruları bilinçli olarak bizim tarafımızdan hazırlanmış bir imtihan da diyebiliriz. Ancak, imtihana başlamadan önce, yani dünyaya geldiğimiz ilk anda tüm kayıtlarımızın ve bilginin kapatıldığı, sıfırdan başladığımız bir yaşam imtihanı. Sonrasında ise büyük çoğunluğu bizim kontrolümüz dışında gelişen bir yaşam süreci.
Hatırlayacağınız üzere yaşam yolunda ilerlerken; aile, bulunduğumuz çevre, coğrafya, ait olduğumuz kültür yanında;
ırk, dil, din ve aldığımız eğitimin bizleri nasıl bir forma soktuğunu daha önceki yazılarımda görmüş ve bununla ilgili düşüncelerimi sizlerle paylaşmıştım.
Bütün bu etkenler bizi belli bir forma sokuyor ama esas yaşamı şekillendiren, yol boyu bizim seçtiklerimiz ve onun neticeleri. Yani, yaşamımızı seçmiş olduğumuz senaryo çerçevesinde aslında bizler şekillendiriyor ve tercihlerimiz ile yol alıyoruz.
Belki şöyle demek gerekir; insan denen varlık, yani bizler, ne yaşamak istiyorsak onu yaşıyoruz.
Bu yazımda esas işlemek istediğim konu, kendimizin yarattığı dünyada tekamül edebilmek için doğru yolu nasıl bulacağız sorusuna cevap bulmak olacak.
Konu ruhsal dünya olunca, hepimizin aklına birçok soru geliyor.
Bu yaşam imtihanı denen şey nedir?
Bu imtihanda başarılı olmak için neler yapmak lazım?
Bir yol haritası var mıdır?
Yaşam dediğimiz, aslında çok zorlu imtihandan nasıl çıkacağız?
Aslında soruların cevabı bir noktadan bakarsanız çok kolay, bir noktadan bakarsanız çok zor...
Belki bu söylediğimde "bir çelişki yok mu?" diye sorabilirsiniz.
Ben bu sorunun cevabını şöyle açıklamak isterim;
Evet, çok kolay, eğer ki siz bunun doğru yolunu bulduysanız. Ama, diğer taraftan çok zor, belki yaşam sürenizin sonuna kadar bunu bulamayacaksınız.
Kolaylaştırmak için "neler yapabiliriz?" derseniz;
bununla ilgili en kısa ve net cevap, insan denen varlığın dünyaya neden geldiğinin cevabını bulmasında yatıyor.
Tolstoy' un sıkça kullandığım ve sevdiğim bir sözü var;
"Bilim insanları bir çok şeye cevap buluyor, ama insanın neden dünyaya geldiği konusunda hiçbir açıklama yapamıyor"
Evet, maalesef bilim insanları neden dünyaya geldiğimiz sorusuna cevaplarda çok yetersiz kalıyorlar.
Bu konuda daha önceki yazılarımda, bunun aslında işin doğası gereği olduğunu dile getirmiştim. Çünkü, bilim insanları her şeyi fiziki dünya şartları ile arıyor ve buldukları cevaplar sürekli değişiyor. Bir çok alanda doğru denen şey, bir müddet sonra aynı bilim insanları tarafından yanlış diye açıklanıyor. Zira, doğru denen şey eldeki bilgi ile ortaya çıkan durum.
Dolayısı ile bilgi değiştikçe doğru da değişiyor. Kısacası, mutlak doğruyu eldeki fiziki dünya bilgisi ile bulmak mümkün değil.
Onun için bilim insanlarını suçlamamak lazım. Aradıkları şey bu alemde olmayınca, neyi bulmalarını bekliyoruz ki?
Bunu Yunus aşağıdaki dörtlükle çok güzel dile getirmiş;
İlim, ilim bilmektir,
İlim kendin bilmektir,
Sen kendini bilmezsin,
Ya nice okumaktır.
Dolayısı ile bilgi değiştikçe doğru da değişiyor. Kısacası, mutlak doğruyu eldeki fiziki dünya bilgisi ile bulmak mümkün değil.
Onun için bilim insanlarını suçlamamak lazım. Aradıkları şey bu alemde olmayınca, neyi bulmalarını bekliyoruz ki?
Bunu Yunus aşağıdaki dörtlükle çok güzel dile getirmiş;
İlim, ilim bilmektir,
İlim kendin bilmektir,
Sen kendini bilmezsin,
Ya nice okumaktır.
Yunus' un da ifade ettiği gibi, bilim bu konuda kifayetsiz kalır. Aradığımıza bilim yoluyla ulaşmamız çok zor. Bilim evren var oldukça olanları açıklamaya çalışacak, hep arkasından gelecek. Onun için yapılması gereken, bizim kendimizi bilmemizden başka bir şey değildir.
Peki, kendini bilmek ne demektir?
Kendini bilmekten kasıt, kişinin kendisi ile yüzleşmesi, bu yaşamda neden bulunduğunun sebebini anlamasıdır. Burada söylemek istediğim şey, aradığımız sorunun cevabı fiziki dünyada değil. Tamamen ruhsal dünyamızda kayıtlı bilgide, alt bilincimizde bulunan önceki yaşam kayıtlarımızda saklı ve bu bilgi bizimle birlikte, her an yanımızda ve hep yanımızda olacak.
Bundan sonraki yaşamda, yani fiziki ölüm gerçekleştiğinde ve ruhumuz bedeni terk ettiğinde bilgi kaybolmayacak, sonsuza kadar bizimle birlikte olacak. Tek fark, her yaşam sonunda ruhumuz bir parça daha bilgi ilave edilmiş, tekamül etmiş olarak yoluna devam edecek.
Şimdi, yukarıda sorduğumuz sorudan hareketle, bu kayıtlara nasıl ulaşacağız sorusuna dönecek olursak, tek yapmamız gereken kendimize dönmemiz. Bu bilgiye ulaşacak bir tek kişi var ... o da kendimiz. Bu konuda birisinden yardım beklemek mümkün değil.
Ancak, günümüz dünyasında bunu başarmak, bu kadar kolay değil. Çünkü, insan yaşamının gereği olarak, özellikle genç yaşlarımızda hayat gailesi, çocuklar, iş, gelecek kaygısı gibi bir çok şey etrafımıza kalın ve yüksek duvarlar örüp, bizi içinden çıkılmaz bir duruma sokuyor.
Şimdi, yukarıda sorduğumuz sorudan hareketle, bu kayıtlara nasıl ulaşacağız sorusuna dönecek olursak, tek yapmamız gereken kendimize dönmemiz. Bu bilgiye ulaşacak bir tek kişi var ... o da kendimiz. Bu konuda birisinden yardım beklemek mümkün değil.
Ancak, günümüz dünyasında bunu başarmak, bu kadar kolay değil. Çünkü, insan yaşamının gereği olarak, özellikle genç yaşlarımızda hayat gailesi, çocuklar, iş, gelecek kaygısı gibi bir çok şey etrafımıza kalın ve yüksek duvarlar örüp, bizi içinden çıkılmaz bir duruma sokuyor.
Kısacası, bulup çıkaracağımız gerçek bu duvarların, fiziki dünyanın dışında. Peki, biz ne yapıyoruz? Bir ipek böceği misali kendimizi hapsediyoruz bu yüksek duvarların içine.
Bakın etrafınıza, nasıl da her geçen gün insanlık fiziki alemin esiri haline geliyor. Sevgiden her geçen gün uzaklaşıyoruz, halbuki bizi yüksek duvarların dışına çıkaracak olan şey sevginin tam da kendisi.
Sevginin adresi değişti. Aslında insanları sevmemiz gerekirken, farkındaysanız hepimiz eşyaları sevmeye başladık.
Bakın etrafınıza, nasıl da her geçen gün insanlık fiziki alemin esiri haline geliyor. Sevgiden her geçen gün uzaklaşıyoruz, halbuki bizi yüksek duvarların dışına çıkaracak olan şey sevginin tam da kendisi.
Sevginin adresi değişti. Aslında insanları sevmemiz gerekirken, farkındaysanız hepimiz eşyaları sevmeye başladık.
Yapılması gereken eşyaları kullanıp insanları sevmek iken, bizler ne yapıyoruz? Eşyaları seven, insanları kullanan bir noktaya geldik yani, fiziki aleme daha fazla bağlandık.
Bu şekilde ruhsal evrim geçirmek, tekamül etmek mümkün değil...
İşte bu sebeple bu alemden yavaş yavaş çıkış noktasına doğru gidiyoruz. Farklı bir boyuta doğru yol alıyoruz. Onun için sanal alem kavramı yaşamımızın bir parçası olmaya başladı.
Sınırsız bilgi erişimi ile aydınlanan bilinç, yeni bir farkındalık, yeni bir başlangıç... İşte, bu bize büyük bir fırsatı da beraberinde getiriyor.
Fiziki aleme saplanmak ve onun esiri olmakla bir çıkış yolu olmadığını artık ekseri çoğunluk anlamış durumda.
Hepimiz yaşamımızın bir çok safhasında görüyoruz ki; maddi değerler, zenginlikler hiçbirimize mutluluk vermiyor, iç huzuru bulamıyoruz.
İç huzuru dediğimiz kalıcı mutluluk için yol belli. Fiziki alemle ruhsal alem arasında dengeyi kurmak ve hatta yaşamda belli bir olgunluğa gelindiğinde ruhsal aleme daha fazla yatırım yapmak. büyük resmi yani ilahi düzen ve evreni anlamaya gayret etmek.
Bu alemden göçerken yanımızda götüreceğimiz hiçbir fiziki varlık yok ve olmayacak. Tek götüreceğimiz şey ruhsal manada sağladığımız tekamül olacak.
Bu şekilde ruhsal evrim geçirmek, tekamül etmek mümkün değil...
İşte bu sebeple bu alemden yavaş yavaş çıkış noktasına doğru gidiyoruz. Farklı bir boyuta doğru yol alıyoruz. Onun için sanal alem kavramı yaşamımızın bir parçası olmaya başladı.
Sınırsız bilgi erişimi ile aydınlanan bilinç, yeni bir farkındalık, yeni bir başlangıç... İşte, bu bize büyük bir fırsatı da beraberinde getiriyor.
Fiziki aleme saplanmak ve onun esiri olmakla bir çıkış yolu olmadığını artık ekseri çoğunluk anlamış durumda.
Hepimiz yaşamımızın bir çok safhasında görüyoruz ki; maddi değerler, zenginlikler hiçbirimize mutluluk vermiyor, iç huzuru bulamıyoruz.
İç huzuru dediğimiz kalıcı mutluluk için yol belli. Fiziki alemle ruhsal alem arasında dengeyi kurmak ve hatta yaşamda belli bir olgunluğa gelindiğinde ruhsal aleme daha fazla yatırım yapmak. büyük resmi yani ilahi düzen ve evreni anlamaya gayret etmek.
Bu alemden göçerken yanımızda götüreceğimiz hiçbir fiziki varlık yok ve olmayacak. Tek götüreceğimiz şey ruhsal manada sağladığımız tekamül olacak.
Yine Tostoy'dan bir alıntı;
"Hayat bizi 4 işlemle sınar,gerçeklerle çarpar, ayrılıklarla böler, insanlıktan çıkarır ve sonunda topla kendini der."
Eğer, sonuç olarak "yaşamın şifresi nerede ve nedir?" derseniz, kısaca verilecek cevap şöyle olabilir.
Şifre bizde, şifrenin sihirli kelimesi ise kendini tanıyarak, yüzleşerek bu dünyaya neden geldiğini anlamak ve bunun gereğini yapmak.
Yol boyu en büyük yardımcımız "sevgi" olacak ki, gelecek yazılarımda bu konuyu ayrıca kaleme alacağım.
Çevrenizde az da olsa mutlu ve huzurlu gördüğünüz insanlar işte bunu becerebilenler. İnanın bana, bunu becermek için, şan, şöhret, para, mal, mülk, mevki gibi değerlere ihtiyaç yok...
Bunu gördüğünüz zaman, sizde bu kapıyı aralayan az sayıda şanslı kişilerden birisi neden olmayasınız?