30 Eylül 2017 Cumartesi

YARATTIĞIMIZ DÜNYADA YAŞIYORUZ....

Yazı başlığından da anlaşılacağı üzere, bu yazımda yaşamımızın yapılandırılmasında ne kadar önemli olduğumuzu anlatmaya çalışacağım.

Yaşama gözlerimizi açtığımız an bir yaşam senaryosu ile hayata başlıyoruz. Fakat, burada en önemli nokta, yol alırken nasıl bir senaryomuz olduğu konusunda hiçbir bilgiye sahip olmamamız. Kısaca söyleyecek olursak, bizim yazdığımız ama bilemediğimiz bir yaşam senaryosuna sahibiz......
Başka türlü ifade etmek gerekirse, soruları bilinçli olarak bizim tarafımızdan hazırlanmış bir imtihan da diyebiliriz. Ancak, imtihana başlamadan önce, yani dünyaya geldiğimiz ilk anda tüm kayıtlarımızın ve bilginin kapatıldığı, sıfırdan başladığımız bir yaşam imtihanı. Sonrasında ise büyük çoğunluğu bizim kontrolümüz dışında gelişen bir yaşam süreci.


Hatırlayacağınız üzere yaşam yolunda ilerlerken; aile, bulunduğumuz çevre, coğrafya, ait olduğumuz kültür yanında;

ırk, dil, din ve aldığımız eğitimin bizleri nasıl bir forma soktuğunu daha önceki yazılarımda görmüş ve bununla ilgili düşüncelerimi sizlerle paylaşmıştım. 
Bütün bu etkenler bizi belli bir forma sokuyor ama esas yaşamı şekillendiren, yol boyu bizim seçtiklerimiz ve onun neticeleri. Yani, yaşamımızı seçmiş olduğumuz senaryo çerçevesinde aslında bizler şekillendiriyor ve tercihlerimiz ile yol alıyoruz. 
Belki şöyle demek gerekir; insan denen varlık, yani bizler, ne yaşamak istiyorsak onu yaşıyoruz.

Bu yazımda esas işlemek istediğim konu, kendimizin yarattığı dünyada tekamül edebilmek için doğru yolu nasıl bulacağız sorusuna cevap bulmak olacak.

Konu ruhsal dünya olunca, hepimizin aklına birçok soru geliyor.
Bu yaşam imtihanı denen şey nedir? 

Bu imtihanda başarılı olmak için neler yapmak lazım?
Bir yol haritası var mıdır?
Yaşam dediğimiz, aslında çok zorlu imtihandan nasıl çıkacağız?

Aslında soruların cevabı bir noktadan bakarsanız çok kolay, bir noktadan bakarsanız çok zor... 

Belki bu söylediğimde "bir çelişki yok mu?" diye sorabilirsiniz. 
Ben bu sorunun cevabını şöyle açıklamak isterim; 
Evet, çok kolay, eğer ki siz bunun doğru yolunu bulduysanız. Ama, diğer taraftan çok zor, belki yaşam sürenizin sonuna kadar bunu bulamayacaksınız. 
Kolaylaştırmak için "neler yapabiliriz?" derseniz; 
bununla ilgili en kısa ve net cevap, insan denen varlığın dünyaya neden geldiğinin cevabını bulmasında yatıyor. 

Tolstoy' un sıkça kullandığım ve sevdiğim bir sözü var; 

"Bilim insanları bir çok şeye cevap buluyor, ama insanın neden dünyaya geldiği konusunda hiçbir açıklama yapamıyor"
Evet, maalesef bilim insanları neden dünyaya geldiğimiz sorusuna cevaplarda çok yetersiz kalıyorlar. 


Bu konuda daha önceki yazılarımda, bunun aslında işin doğası gereği olduğunu dile getirmiştim. Çünkü, bilim insanları her şeyi fiziki dünya şartları ile arıyor ve buldukları cevaplar sürekli değişiyor. Bir çok alanda doğru denen şey, bir müddet sonra aynı bilim insanları tarafından yanlış diye açıklanıyor. Zira, doğru denen şey eldeki bilgi ile ortaya çıkan durum. 
Dolayısı ile bilgi değiştikçe doğru da değişiyor. Kısacası, mutlak doğruyu eldeki fiziki dünya bilgisi ile bulmak mümkün değil.
Onun için bilim insanlarını suçlamamak lazım. Aradıkları şey bu alemde olmayınca, neyi bulmalarını bekliyoruz ki?


Bunu Yunus aşağıdaki dörtlükle çok güzel dile getirmiş;
İlim, ilim bilmektir,
İlim kendin bilmektir,
Sen kendini bilmezsin,
Ya nice okumaktır.

Yunus' un da ifade ettiği gibi, bilim bu konuda kifayetsiz kalır. Aradığımıza bilim yoluyla ulaşmamız çok zor. Bilim 
evren var oldukça olanları açıklamaya çalışacak, hep arkasından gelecek. Onun için yapılması gereken, bizim kendimizi bilmemizden başka bir şey değildir. 

Peki, kendini bilmek ne demektir?
Kendini bilmekten kasıt, kişinin kendisi ile yüzleşmesi, bu yaşamda neden bulunduğunun sebebini anlamasıdır. Burada söylemek istediğim şey, aradığımız sorunun cevabı fiziki dünyada değil. Tamamen ruhsal dünyamızda kayıtlı bilgide, alt bilincimizde bulunan önceki yaşam kayıtlarımızda saklı ve bu bilgi bizimle birlikte, her an yanımızda ve hep yanımızda olacak.
Bundan sonraki yaşamda, yani fiziki ölüm gerçekleştiğinde ve ruhumuz bedeni terk ettiğinde bilgi kaybolmayacak, sonsuza kadar bizimle birlikte olacak. Tek fark, her yaşam sonunda ruhumuz bir parça daha bilgi ilave edilmiş, tekamül etmiş olarak yoluna devam edecek.

Şimdi, yukarıda sorduğumuz sorudan hareketle, bu kayıtlara nasıl ulaşacağız sorusuna dönecek olursak, tek yapmamız gereken kendimize dönmemiz. 
Bu bilgiye ulaşacak bir tek kişi var ... o da kendimiz. Bu konuda birisinden yardım beklemek mümkün değil. 
Ancak, günümüz dünyasında bunu başarmak, bu kadar kolay değil. Çünkü, insan yaşamının gereği olarak, özellikle genç yaşlarımızda hayat gailesi, çocuklar, iş, gelecek kaygısı gibi bir çok şey etrafımıza kalın ve yüksek duvarlar örüp, bizi içinden çıkılmaz bir duruma sokuyor. 
Kısacası, bulup çıkaracağımız gerçek bu duvarların, fiziki dünyanın dışında. Peki, biz ne yapıyoruz? Bir ipek böceği misali kendimizi hapsediyoruz bu yüksek duvarların içine.

Bakın etrafınıza, nasıl da her geçen gün insanlık fiziki alemin esiri haline geliyor. Sevgiden her geçen gün uzaklaşıyoruz, halbuki bizi yüksek duvarların dışına çıkaracak olan şey sevginin tam da kendisi.
Sevginin adresi değişti. Aslında insanları sevmemiz gerekirken, farkındaysanız hepimiz eşyaları sevmeye başladık. 
Yapılması gereken eşyaları kullanıp insanları sevmek iken, bizler ne yapıyoruz? Eşyaları seven, insanları kullanan bir noktaya geldik yani, fiziki aleme daha fazla bağlandık.

Bu şekilde ruhsal evrim geçirmek, tekamül etmek mümkün değil...
İşte bu sebeple bu alemden yavaş yavaş çıkış noktasına doğru gidiyoruz. Farklı bir boyuta doğru yol alıyoruz. Onun için sanal alem kavramı yaşamımızın bir parçası olmaya başladı. 

Sınırsız bilgi erişimi ile aydınlanan bilinç, yeni bir farkındalık, yeni bir başlangıç...  İşte, bu bize büyük bir fırsatı da beraberinde getiriyor.

Fiziki aleme saplanmak ve onun esiri olmakla bir çıkış yolu olmadığını artık ekseri çoğunluk anlamış durumda.
Hepimiz yaşamımızın bir çok safhasında görüyoruz ki; maddi değerler, zenginlikler hiçbirimize mutluluk vermiyor, iç huzuru bulamıyoruz. 


İç huzuru dediğimiz kalıcı mutluluk için yol belli. Fiziki alemle ruhsal alem arasında dengeyi kurmak ve hatta yaşamda belli bir olgunluğa gelindiğinde ruhsal aleme daha fazla yatırım yapmak. büyük resmi yani ilahi düzen ve evreni anlamaya gayret etmek.

Bu alemden göçerken yanımızda götüreceğimiz hiçbir fiziki varlık yok ve olmayacak. Tek götüreceğimiz şey ruhsal manada sağladığımız tekamül olacak.

Yine Tostoy'dan bir alıntı;
"Hayat bizi 4 işlemle sınar,gerçeklerle çarpar, ayrılıklarla böler, insanlıktan çıkarır ve sonunda topla kendini der."


Eğer, sonuç olarak "yaşamın şifresi nerede ve nedir?" derseniz, kısaca verilecek cevap şöyle olabilir.
Şifre bizde, şifrenin sihirli kelimesi ise kendini tanıyarak, yüzleşerek bu dünyaya neden geldiğini anlamak ve bunun gereğini yapmak. 

Yol boyu en büyük yardımcımız "sevgi" olacak ki, gelecek yazılarımda bu konuyu ayrıca kaleme alacağım.

Çevrenizde az da olsa mutlu ve huzurlu gördüğünüz insanlar işte bunu becerebilenler. İnanın bana, bunu becermek için, şan, şöhret, para, mal, mülk, mevki gibi değerlere ihtiyaç yok... 


Bunu gördüğünüz zaman, sizde bu kapıyı aralayan az sayıda şanslı kişilerden birisi neden olmayasınız?

24 Eylül 2017 Pazar

RUH - BEDEN İKİLİSİ

Yazılarımda sıkça bahsettiğim Ruh - Beden ikilisi ve bu ikilinin ilişkisi hakkında, gelin bu hafta konuya biraz da farklı bir açıdan bakalım...


Şimdiye kadar yazdığım yazılarda ruhun ne olduğu, bedenin yani maddenin nasıl yaratıldığı, maddenin gelişimi ile ruhun evrilmesinin nasıl bir paralellik arz ettiğini okuduk. Anlatmaya çalıştıklarım, bir çok kez ifade ettiğim gibi, okuduğum onlarca eser yanında yaşadıklarım ve bunlara kattığım  yorumlardı.

Artık biliyoruz ki; ruh maddeyi, yani insanı kendi tekamülü için bir araç olarak kullanıyor ve doğal olarak ruh tekamülünü sağlarken, madde de gelişim gösteriyor.

Peki, ruh madde ilişkisi diyoruz da, bunun aslı nedir?
Öncelikle düşünce sistemimizde bulunan ve yapımız gereği olması gereken bir algıdan dolayı beden ve ruh ilişkisini tam olarak kavrayamıyoruz. Çünkü insanlık alemi olarak verilecek bilgiye halen tam olarak hazır değiliz, ama her geçen gün yavaş yavaş hazırlandığımızı da ifade etmek gerekir.
Aslında kavrayamama sebebi çok basit. Bir tarafta zamanla birlikte 4 boyutlu fiziki dünyanın elle tutulur gerçekleri, diğer tarafta ise elle tutulamayan, tam olarak da izah edilemeyen bir kavram, ruhlar alemi... doğal olarak fiziki alemi 5 duyu ile algılarken, diğerini algılayamıyoruz.

Zaman, zaman bilinç diye de tarif ettiğimiz karmaşık kavram aslında ruhun bir tür yansıması ama bu yansımayı doğru okuyabiliyor muyuz?
Aslında, bir bilinmezin içinde oraya buraya savrulup duruyoruz.
Fakat, dikkat ederseniz özellikle son yıllarda, bu konu farklı bir şekilde algılanmaya ve birçok insan tarafından da çok farklı değerlendirilmeye başlandı. Kavramlar değişti, literatüre bir takım yeni kavramlar girdi. 
Sıkça dile getirmeye çalıştığım gibi insanlık yeni bir rotaya, yeni bir çağa doğru hızla yol alıyor. Özetlemek gerekirse, insanlık olarak yeni bilgiye hazırlanıyor ve alıştırılıyoruz.

Gelin şimdi ruh beden ilişkisini biraz daha derinlemesine inceleyelim. Ancak, bunu yaparken alışkın olduğumuz kavramları bir kenarda tutup, hayal gücümüzü kullanmamız gerekecek.
Biraz önce değindiğim gibi beden fiziki bir varlık, ancak bunu kontrol eden, kumanda eden, yönlendiren bir güç var.
Bu gücü ruh olarak adlandırıyoruz. Aslında bir enerji formu ve buna dünya zamanı ile ömür biçecek olursak ölümsüz...
Tabii ki, beden dediğimiz varlık kendi içinde karmaşık mekanizması olan, canlı bir organizma ve ruh beden ilişkisinde bu mekanizmanın çok önemli görevi olduğu  yadsınamaz.

Ben bu yazımda, bedenin fiziki yapısından ziyade ikili ilişkinin spiritüel tarafını inceleyeceğim. Zira, beden dediğimiz fiziki varlık konusunda bilim insanları bir takım çalışmalar yapıyor ve bu konuda ruha göre daha fazla elle tutulur bilgi sahibiyiz.

Fakat, elle tutulup gözle görülen bir şey olmayan ruh kısmı için bunu söylemek an itibariyle pek mümkün değil. Bu alan daha muamma olduğu için , gelin spiritüel alemi biraz daha anlamaya gayret edelim.

Ruh dediğimiz şey doğduğumuz andan beden ölümü gerçekleşene kadar, yani yaşam senaryosu boyunca bedenle birlikte yaşamak durumunda kalan bir şey, adeta bir tutsaktır. Ancak, bugün geldiğimiz nokta itibariyle aslında bunun böyle olmadığını görüyoruz. 

Çok yakın zamana kadar insanlık alemi için ruh alemi tamamen bir bilinmezlik alanı iken, insanlığın bulunduğu dönem itibariyle bu bilinmezlik artık değişmeye başlamıştır. Zira, bu bir gerekliliktir. Artık yeni bir çağa, yeni bir döneme geçen insanlığın buna ihtiyacı bulunmakta, insanlık bununla tanışmalıdır.

Peki, bu bilinmezliğin artık daha anlaşılır olma sebebi nedir?
Bu değişikliğin en önemli sebebi bana göre artık çağımızda insan denen varlığın algılarının açılması, bilinç denen kavramın öne çıkması. Kısacası, insan denen varlığın ruhuyla tanışması.

Ruhuyla tanışan varlık için artık yeni bir dönem başladı. Zira, bu tanışma yeni bilinmez alanların kapısını araladı. Binlerce yıldır bizler için gri olan rüya alemi netleşmeye başladı. Rüya diye gördüğümüz bazı şeylerin, rüyadan öte şeyler olduğunu algılamaya, anlamaya başladık. Her gece uykumuzda, ruhumuzun gün boyu yaşadıklarımızın hesaplaşmasını yaptığını gördük.
Hatta, son yıllarda bedene hapis yaşadığını zannettiğimiz ruhun, aslında sıkça beden dışına çıktığını, ancak bunun farkında olmadığımız gerçeği ile yüzleştik. Aslında hepimizin yaşam boyu başımızdan geçen ama algılayamadığımız için farkına varamadığımız beden dışı deneyimle tanıştık. 
Bugün bu konu artık bilimsel çalışmaların araştırma sahası haline gelmiş, bu alanda çok fazla akademik çalışmalar yapılmaktadır.

Birçok insan beden dışı deneyim tekniklerini geliştirip bu deneyimi defalarca yaşamaktadırlar. Bu, eminim ki yakın gelecekte tüm insanlığın farkına vardığı bir kavram haline gelecek. Bunun en önemli gerekçesi, biraz önce söylediğim gibi insanlığın içinde bulunduğu dönem ve bu dönemin bir gerekliliği. Unutmayın, bir değişim yaşıyoruz ve bütün bu farkındalığın tek sebebi yeni düzenle tanışmamız, yeni düzene uyum sağlayabilmemiz.

Artık, içimiz dışımız, sağımız solumuz sanal alem oldu. Dikkat edin, insanlık toplu yaşamdan bireysel yaşama doğru hızlı bir geçiş içinde. Büyük aileler bir bir ortadan kalkıyor, hatta aile kavramının kendisi yavaş yavaş ortadan kalkıyor.

Sanal alemle tanıştık, daha bundan 5-10 yıl öncesi hayatımızda olmayan bir kavramla. Şöyle bir düşünün, 3-4 arkadaş buluşup bir yere gidiyorsunuz, normalde ne yapmanız gerekir? 
Konuşur sohbet eder, iletişim kurarsınız.
Peki öyle mi oluyor?
Maalesef hayır, Bir müddet sonra herkes telefonunu eline alıp, başka bir aleme dalıyor. İşte sanal alemin içine böyle girip, aslında fiziki alemden nasıl da uzaklaşıyoruz. Herkes bir ekran karşısında saatlerce vakit geçiriyor. Yaşamın her alanı neredeyse sanal olmaya başladı.

Peki sanal alem bir tesadüf mü? 
Hayır, sanal alem bir gereklilik. Çünkü, bulunduğumuz boyut dışındaki boyutlara adapte olabilmemiz için önce alışmamız gerekiyor.
Beden dışı deneyimler bir tesadüf mü? 
Hayır, bu da bir gereklilik. Rüyalar veya daha ötesi beden dışı deneyim dediğimiz fenomen bizim diğer alemlerle kurduğumuz bir ilişki.
Bugün artık insanlığın çok büyük bir bölümü, tüm varlıkların bir enerji olduğu konusunda hemfikir. Dikkat edin, yeni bir söylem dillerde dolaşıyor;  yaşamın kendisi aslında bir illüzyon ve hepimiz kendi yaşamlarımızı kendimiz yaratıyoruz...
Kısacası, yaşamımızın yapımcısı, yazarı ve oyuncusuyuz.
Yaşamımızda yazdığımız senaryoyu sahne gibi düşünürseniz, neler lazım size bu sahnede?.... Bir takım oyuncular ve bu oyuncular yanında sahne dekoru ve bu sahneyi dolduracak şeylere, figüranlara ihtiyaç var. İşte, bu noktada literatüre giren yeni kavramlar var. "Back Drop People" veya "Back Fill People", 
Türkçe ifade etmek gerekirse, "sahne dekoru" veya "senaryo figüranları" kavramları hayatımıza girdi.
Ben şahsen bunu yaşamımda sıkça yaşıyor ve her geçen gün fazlasıyla hissediyorum. Özellikle kalabalık yerlerde gördüğüm insanların veya gördüğümü zannettiğim insanların çok önemli bir bölümünün gerçek olmadığı kanaatine varıyorum.

Burada çok önemli bir hatırlatma yapma ihtiyacı duyuyorum; Unutmayın ki, yaşam senaryonuzdaki gerçek aktörlerin bunlarla alakası yok. Bu gördüklerimiz figürandan, sahne dekorundan öte şeyler değil, sadece çok daha düşük frekansta enerji şekillenmeleri. Bunlar için dolgu malzemesi de diyebiliriz.

Dünyada bulunma sebebimizin bir tek gayesi var. Bu, daha önce de çokça dile getirdiğim, tekamül edip, enerjiyi manipüle etmeyi öğrenmek... Yani, düşündüğünü canlandırıp hayata geçirebilmek.

Bugün büyük bir çoğunluğu ile insanlık alemi diğer alemleri bilmese de, böyle bir şeyin varlığına inanıyor. Maddi aleme tümünden bağlı, materyalist düşünceyi savunan insanların bile çok büyük bir bölümü artık ilahi bir güçten, ilahi bir düzenden, başka alemlerin varlığından bahsetmektedirler.
Zira, onlar da insanlık aleminin bir parçası olarak bu değişimi bir türlü hissetmek durumundalar... 
Bunun da sebebi aslında çok basit. Eğer insanlık alemi ve fiziki dünya başka bir boyuta taşınıyor ve değişim geçiriyorsa, bu tümü için geçerli olan, tümünü kapsayan bir şey. Ancak, bu tümün içinde bir kısmı bu değişimi başında, bir kısmı sonunda yakalıyor.
Şöyle bir örnek vermek gerekirse;
Kuşların uçuşunu gözünüz önüne getirin. Sürü halinde uçuyorlar ve bunun bir kısmı önde, bir kısmı ortada, bir kısmı ise en geride.
Eğer gördüğünüz büyük resme bakacak olursanız ne diyorsunuz?
Kuşlar uçuyor, yani uçuş eylemi bütün kuşlar için geçerli. Önde uçan da, arkada uçan da aynı noktaya uçuyorlar. Tek fark, önde gidenin varılacak noktaya, arkadan gelenlerden önce ulaşması.
İşte, insanlık için bu örneği verebiliriz.
Ruhsal dünyayı kavramak ve anlamak bazı insanlar için daha önce, bazıları için daha sonra olmaktadır. Ama, neticede tüm insanlık için bu gelişim yaşanacaktır ve aslında bulunduğumuz an itibariyle de yaşanmaktadır.
Bir basamak sonrasını anlayabilmek ve ona hazırlanabilmek için özel bir dönemden geçiyoruz. Bizlerin fiziki dünya dediği şey de bir algı. İnsanlık olarak içinde yaşadığımız bu dönemde bunu görüyor ve bunu anlamaya çalışıyoruz. Konuyu biraz daha açacak olursak, aslında insanlık olarak fiziksel alemden yavaş yavaş uzaklaşıyor, başka alemlerin içine doğru gidiyoruz.

Doğal olarak yeni bir alem demek yeni şeyler, yeni şartlar, kurallar ve yeni düzen demek...
Sorun çevrenize, herkes özellikle son 10 yılın nasıl geçtiğini bilmiyor, çoğu anlayamadı bile.
Bu süreçte zaman algımız nasıl değişti, farkında mısınız?
Çoğumuza yaşam bir rüya gibi geliyor, bunun böyle olmasının tek sebebi fiziki alemden yavaş yavaş uzaklaşıyor olmamız.

İşte, bugün yaşadıklarımız tamamen buna hazırlık ve bu yeni sürece adaptasyondan başka bir şey değil. 
Önemli olan bu değişime kim, nasıl ve ne zaman ayak uyduracak?