25 Şubat 2017 Cumartesi

ADIM, ADIM TEKAMÜL

Bir önceki yazımda " NEREDEN GELİP, NEREYE GİDİYORUZ? " sorusuna cevap aramış ve yazının sonunda insan denen varlığa, yani bizlere bahşedilen iki önemli şeyi öne çıkarmıştık.

Hatırlayacağınız üzere bunlar “Akıl” ve “ Sezgi “ idi.

Yaşam yolculuğumuzda gözümüzü 3 boyutlu dünyaya açtığımız günden, ölüm dediğimiz gözlerimizi yaşama kapadığımız ana kadar bizimle birlikte sanki gölgemiz gibi bize eşlik eden iki kavram.

Şimdi isterseniz tekamüle giden yolda bu iki kavramın ne denli önemli olduğunu birlikte görelim.

Bahsedeceğimiz bu iki kavram yaşam boyu aradığımız diğer alemler dediğimiz alanın kapısını, bir başka ifade ile algılarımızı açan 2 önemli anahtar da diyebiliriz.

Tekamül, belli bir olgunluğa erişme, gelişim gösterme veya bir başka ifade ile evrim geçirme diyebileceğimiz bir terimdir.

Spiritüalizm (Ruhsal Alem) dediğimiz alanın temel ilkelerinden biri olan tekamül, bu alanda ruhsal gelişim anlamında ruhun evrimi anlamında kullanılmaktadır.

Kısaca ve en basit haliyle özetleyecek olursak; tekamülü ruhların madde evrenindeki, yani 3 boyutlu fiziki dünyamızda görgü ve tecrübelerini arttırarak şuurunu genişletmesi ve bilgisini artırması olarak tanımlayabiliriz.

Biz, insan denen varlıklar zaman, zaman yanılgıya düşüp evreni tekmiş gibi algılıyoruz.

Evren bir tane değildir, öncelikle şunu anlamalıyız ki evrenler sonsuzdur.

Peki, akla gelen bir soru olabilir, neden sonsuz evrenler var?

Sonsuz evrenler var çünkü, evrenlerin sonsuzluğu mutlak erişilmezliğin bir zorunluluğudur.

Konu ilerledikçe ve kavramlar biraz daha netleştiğinde göreceksiniz ki; sonsuz evrenlerin hiçbirisi diğerinin özelliğini taşımaz, hiçbir evren bir diğerine benzemez.

Burada şöyle bir açıklama ihtiyacı duyuyorum.

İnsan denen varlıkların doğası gereği bilinmeyeni hemen anlamak, anlamlandırmak, çözmek, neticeye ulaşmak gibi bir içgüdüsü vardır.

Bu aslında insanlığın evrimi için gerekli bir şeydir.

Bu ilahi nizamın bir gereği, olmazsa olmazıdır.

Onun için insanlık bugün bulunduğu gelişmişlik durumuna erişebilmiştir.

Ancak, ruhsal evrimde bunun böyle hemen istendiği an olmasını beklemek nafile çabadan öte bir şey değildir ve olması da imkansızdır.

Bu sonu olmayan uzun bir yoldur.

Bedenlendiğimiz bu yaşamımızda aradığımızı bulmak, sonuca ulaşmak mümkün değil, hatta ütopyadan bile ötedir diyebiliriz.
Onun için " Tekamül ” diye adlandırıyoruz bu zorlu, uzun ama bir o kadar gizemli yolculuğu.

Aktif ve tekamül ihtiyacı olan ruh, pasif evrenler için bir amaçtır.

Yani ruhlar, bir deneme yanılma süreci gibi davranışlarının yansımalarını evren üzerinde göre göre ihtiyaçlarını giderip, adım adım gelişimlerini sağlarlar.

Bu noktada yazının üst bölümünde bahsettiğim ve ruhsal evrimimizde önemli rol oynayan iki aktör akıl ve sezgilerimiz işte bu noktada bizim yolculuktaki işaretçilerimiz ve işaret levhalarıdır.
Öyleyse evrenler, ruhların tekamül dediğimiz ihtiyaçlarına cevap veren alanlardır.

Eğer sembolik olarak ifade etmek gerekirse;

Evrenler, ruhların uygulamalarına yarayan ve o uygulamaların sorunlarını ve sonuçlarını tekrar ruhlara yansıtan, kendi cevherlerine özgü birer ortamdır.
Bir başka ifade ile evrenler ruhların senaryolarının tatbik alanlarıdır.

Aktif olan ruhlar tekamülleri için, pasif olan çeşitli evren kaynaklarının sonsuz olanaklarını kendi ihtiyaçları çerçevesinde dolaylı olarak kullanarak tekamül ederler.

Ne evrenler var olmazsa ruhların bilemediğimiz kendilerine özgü yüksek ihtiyaçları giderilebilir, ne de ruhlar olmazsa evrenlerin varlık nedeni ortada kalır.
Bunlar birbirleri ile daima baş başa yürürler.

O kadar ki ruhlar ve evren arasında kesin ve sonsuz bir erişilmezliğin varlığına rağmen, sanki birbiri ile sımsıkı kucaklaşmış ve birbirinin içine girmiş gibidirler.

Bunu belki şöyle bir örnekle daha açık ve anlaşılır hale getirebiliriz.

Düşünelim ki; bir tiyatro oyununu sahneye koymaya karar verdiniz.

Peki, bir tiyatro oyunu için olmaz ise olmazlar nedir, neler lazım?

Önce bir yapımcınız olacak, sonra bir senaryonuz, oynayacak artistleriniz, ihtiyaçlara göre değişik sahneleriniz için ortam veya dekorlar, kıyafetler, makyaj gibi birçok şeyi burada peş peşe sıralayabiliriz.

Yaşamı da tekamül yolunda bir oyun olarak algılarsak yaşadıklarımız bir senaryo, dünyamız bir sahne, her birimiz kendi senaryomuzun baş artisti, diğer varlıklar da oyunun bir parçası, figüranları ve dekorlarıdır.

Düşünebiliyor musunuz, artisti olmayan ve sahnesi olmayan bir oyun oynanabilir mi?

İşte ruh ve evren ilişkisi de aynen böyledir, ruhun varlığımız vasıtasıyla oyun alanı evrendir.
Ruh olmadan evren, evren olmadan da ruh bir mana ifade etmez.

Hepimizin bedenimizle birlikte taşıdığımız ruhumuzun senaryosu gereği bir rolü var ve yaşamımızda senaryomuzdaki rolü oynuyoruz.

Aslında bedenlerimiz ruhlarımız için bir uygulama ve deneyimleme aracıdır.

Burada bir noktaya değinmeden geçemeyeceğim; nasıl ki beden ruh tarafından tekamül için bir araçsa bu amaca hizmet eden araç ruhun ihtiyaçları çerçevesinde gelişim ve değişim göstermektedir.

Bunu da evrim teorisi ile açıklayabiliriz.

Bugünlerde tartışılan insanlığın var oluşu üzerine değişik teoriler öne sürülmektedir.

Bunlar, Charles Darwin’ nin “ EVRİM TEORİSİ “ ve son yıllarda ortaya çıkan ve artık tüm bilim insanlarının üzerinde hemfikir olduğu daha önce de bahsettiğimiz “ BIG BANG “ teorileridir.

(Hatırlarsanız bu konuda geçmiş yazılarda “CERN” den bahsetmiş, milyarlarca USD para harcayarak kayıp madde, atom altı Higg bozonu nun laboratuvar ortamında bulunmaya çalışıldığını anlatmıştık.)

Bana göre her iki teori bir birinin içine geçmiş biri diğerinin bir bölümü ve parçasıdır.

" BİG BANG" büyük patlama, ilk madde olan atomdan küçük enerji zerrelerinin içinde bulunduğumuz evreni oluşturmak üzere dağılmasıdır.

İşte bu enerji parçacıklarının milyonlarca yıl süren gelişimi ile bildiğimiz hidrojen atomunun ortaya çıkması, bu atomun gelişmesi ile kimya biliminin bulduğu basit maddelerin evrimi gerçekleşmiş, hidrojene göre daha kompleks ve karmaşık oksijen, fosfor, bakır, gümüş, baryum, altın, radyum, uranyum, sentoryum gibi maddeler ortaya çıkmıştır.

Daha sonraki evrede, yine milyonlarca hatta milyarlarca yıl süren süreçte bu basit madde ve elementlerin birleşmesi ile gezegenlerin, nebulaların oluşması, arkasından ilk hücre, arkasından hücrelerin bir araya gelmesi ile basit canlılar arkasından basit bitkiler, hayvanlar ve son olarak bu alemin en gelişmiş varlıkları olan biz insanlar.

Burada şunu belirtmek lazım; evrenin başlangıcı olan büyük patlamadan, yani ilk atom altı küçük enerji parçacığından bugün insan denen varlığın ulaştığı noktaya gelene kadar geçen süre yaklaşık 14 milyar yıldır.

Bu sürecin son 3,5 milyar yılında ilk canlı varlık sularda ortaya çıkmış, sonrasında daha önce de bahsettiğim gibi sırasıyla çok hücreli basit canlılar, bitkiler, hayvanlar ortaya çıkmıştır.

Bu süreç içinde insan denen varlığın ortaya çıkması elde edilen bulgulara ve fosil kayıtlarına göre bundan yaklaşık 200.000 yıl önce Afrika'da olmuş, bugün ki insan türünün ilk alt ırkı olan
Cro-Magnon insanı ise zamanımızdan 50 bin yıl önce ortaya çıkmıştır.

Bugün evrende sonsuz sayılacak ölçüde ve kapsamda ruhlar bulunmaktadır.

Bu kapsam ve genişlikteki ruhların tekamülü için evren bir gerekliliktir.

Bir önceki ruhsal evrimimizde kaldığımız yerden yeni bir senaryoya geçmek için, sonsuz dekor ve figürana sahip en gelişmiş sahnesi olan dünyada canlı bir bedende yeniden varlık buluyor, insan denen varlığa dönüşüp ruhumuzun tekamülü için seçtiğimiz senaryoyu yaşıyoruz.

Burada dikkat ederseniz seçtiğimiz senaryo diyorum; bu konuyu ileride daha açık ve anlaşılır şekilde dile getireceğim.

Sonsuz evrenleri ve ruhları kontrol eden daha farklı boyutta yüksek kurallar ve ilkeler vardır.

Bu kural ve ilkeler ruhların ve evrenlerin her türlü durum, davranış ve hareketlerini hatta kaderlerini değerlendirir, uygun görür ve belirler.

Burada bahsettiğim bütün bu niteliklerini biz insanların bilmesi ve en küçük bir sezgi ve algıya sahip olması mümkün değildir.

Çünkü, büyük hakikat dediğimiz ve aradığımız gerçek, sonsuz ruhlar aleminin ve sonsuz evrenler zincirinin üstünde bulunup, kati bir erişilmezlikle onlardan ayrılmaktadır.

Bugün itibariyle insan denen biz varlıkların dünyamızda sahip olduğumuz bilgi, tecrübe ve melekelerimiz ile varlık sebebimiz olan aradığımız gerçeği izah etmeye, fikir beyan etmeye veya bir tek söz söylemeye gücümüz yetmez.

Çünkü madde evreninin varlık sebebi o gerçeğin aranacağı bir oyun alanıdır, Bu alanda sadece o gerçeği arar, düşünsel sistemimizi geliştirir, akıl ve sezgi ile algılarımızı açar, anlamaya çalışırız.

İşte buna da kısaca tekamül deriz.

Sonuç olarak...

Eğer, tekamül yolculuğunun ne olduğunu özümser, büyük resmi görüp anlamaya veya anlamlandırmaya başlarsak, evrim yolculuğumuz daha katlanılabilir ve daha eğlenceli bir hal alır.

Bunu başarabilenler için yaşam çok daha kolay, bilinçli ve nitelikli hale gelir.

19 Şubat 2017 Pazar

NEREDEN GELDİK, NEREYE GİDİYORUZ?

Hepimizin zihnini yoran, çoğunlukla cevap bulamadığımız, bizleri nereden geldik nereye gidiyoruz soruları ile meşgul eden gizem dolu bilinmeyen nedir?

İnsanlık var olduğundan beri bu sorunun cevabını arıyor.
Bilinen tüm dini, ezoterik öğretiler, felsefe ve din bilimcileri bu konuda yorum yapıyor, açıklamalar getirmeye çalışıyor, bir takım teoriler ortaya atıyorlar.

Bilim insanları ise daha önceki yazılarımda belirttiğim üzere yaptıkları tüm araştırma, deney ve çalışmalar neticesinde olanı ispat etme gayretini sürdürüyorlar.
İsviçreli bilim insanı ve analitik psikolojinin kurucusu Carl Gustav Jung' un dediği gibi;
'' Bilim, batılı aklın bir aracıdır ve onunla çıplak ellerle açılabileceğinden daha çok kapı açılır. O, bilgimizin bir bölümüdür ve onun tarafından verilen anlayışın, var olan tek çeşit olduğuna inanıldığında iç görümüzü örtbas ederiz''.

Jung, kısaca şunu söylemek istiyor; evet bilim insanları bir yere kadar bir şeyleri izah etmeye, elle tutulur olanları ortaya çıkarmaya çalışıyor, ama bunların ötesinde de gözardı edilen bir alan var.
Peki, elle tutulamayan, izah edilemeyenler nasıl olacak, onları nasıl bulup çıkaracağız?
Öncelikle burada şu noktayı açıklamakta fayda var.
Çevrenize dikkatli baktığınızda insanlık aleminin çok önemli bir kısmı bu konu ile son yıllarda ciddi şekilde ilgilenmekte ve bilinmez olan aleme karşı merak ve algıları geçmişe göre daha açık hale gelmektedir.

Bu insan denen varlığın evriminin bir parçasıdır.
Bu gelişim her geçen gün artarak devam edecek ve sonucunda insanlık alemi başka bir boyuta geçecektir.
Şöyle çevrenize bir bakın, duyduğunuz bir çok yeni kavram ve kelime hayatımıza girdi.

Aura yani Enerji Bedeni, Spritüel yaşam, Bilinç, Alt Bilinç, Beden Dışı Deneyim, Geçmiş Yaşam Deneyimi Spatyom, Holografik Evren, Kuantum, Kara Delik, Big Bang, Astral, Uzay Zamanı, Paralel Evrenler gibi onlarca yeni kelime ve kavram günlük hayatımızın bir parçası haline geldi.

Bütün bu kavramların bugün hayatımızda konuşulur olması, gündelik yaşamımıza girmesi bizleri biraz daha ruhsal dünyaya doğru yaklaştırmakta, bilinmezleri biraz daha anlama ve anlamlandırmamıza yardımcı olmaktadır.

Ezoterik öğreti geleneğinden gelenlerin yanısıra, semavi dinlerin öğretilerini izleyenlerin de tamamı ruhun ölmezliği ve 3 boyutlu dünyanın sonrasında bir alem olduğunu kabul etmekte ve bilmektedir.
Bugün geldiğimiz nokta itibariyle materyalist yaklaşım geleneğinden gelen bir çok insan da bahse konu diğer alemi, ruhsal alemi kabul etme noktasına gelmektedir.

'' Bedenindeki kimsenin çocukluktan, gençlikten ve yaşlılıktan geçmesi gibi, ölüm de başka bir bedene geçer. Bilge olan buna aldanmaz'' diyerek ölüm sonrasında başka bir alem olduğunu söyler MÖ 1000 li yıllarda ortaya çıkan Hindu öğretisinin önemli figürlerinden Sri Krishna.

Kısacası, insanlık aleminin çok önemli bir bölümü yaşam sonrası başka bir alem olduğu konusunda hemfikirdir diyebiliriz.

Peki, doğarken geldiğimiz, ölüm sonrası gideceğimiz bu alem neresidir, nedir?

''İnsanın kaderi ruhunda saklıdır'' diyen Herodot' un sözleri bize aslında ışık tutuyor...

Saklı olan-gizlenen bir bilgi var... ve biz insanlar bunun farkındayız... ama bulmak için acaba nasıl bir gayret içindeyiz?
Ortada bir düzen var... bir '' İlahi Düzen ''...

İnsanlar sahip oldukları 5 duyunun sınırlı özellikleri nedeni ile bu düzenin basitlik ve karmaşıklık zincirinde, en alt ve en üst sonsuz noktalar arası uzanıp giden hareketlerin yapısından dolayı, ancak belirli sınır dahilindeki birkaç madde halkasının şekil ve hallerini görüp algılar ve idrak edebilirler.
Bu haller, algı ve şekiller hareketlerin azlığı ya da basitliği bakımından aşağılara doğru inerek bir sınıra gelince, insan idrakinin alıcı alanından uzaklaşmaya başlarlar ve sonunda tamamıyla kaybolurlar.

Aynı şekilde tam tersi olduğunda yukarı taraflara doğru da madde zincirinin halkaları gittikçe artan ve karmaşıklaşan hareketlerle yükselir ve gelişirken, yine insan idraki onları bir noktadan itibaren tamamıyla kaybeder.
Zira, şu an itibarı ile 5 duyumuzla algıladığımız alt ve de üst sınırdaki madde durumları ile sonuçlanan hareket nitelik ve niceliklerini, yaşadığımız evrende hiçbir insan zekası ve idraki kavrayamaz. Bundan dolayı insanların, evrenin sonsuzluğunda yer alan birkaç halkadan başkasını anlamaya ve kendilerine göre el ile tutulurcasına irdeleme yapabilmeye gücü yetmemiştir.

Daha önceki yazılarımda da bahsettiğim gibi bir kısım bilim insanlarının ve özellikle materyalist düşünceyi savunanların bazı yüksek maddesel görünüm olanaklarını red veya inkar etmelerinin başlıca sebebi de budur.
İnsan bilinmez ve görünmez bir ruh ile bilinir ve görünen bir bedenden meydana gelmiş bir varlıktır. Aslında maddi tarafını bile halen tam olarak bilemediğimiz bir varlık... kısacası iki yönlü bir muammadır. Fakat, bilmemiz gereken çok önemli bir şey ise insana bahşedilen en önemli özelliklerden biri olan bilinmeyeni çözme merakı ve yeteneğidir.

Tek yapmamız gereken bu bilinmeyenin şifrelerini çözmek için Akıl ve Sezgilerimizi kullanmamızdır.
Akıl yönünden konuyu ele alacak olursak iki yol vardır.

Bunlardan birincisi olaylardan kanunlara, parçalardan bütüne ve neticesinde elde edilen kavramlara dayandırma, deneyleme yoludur; diğeri ise bunun tam tersi olan bütünden parçalara, kanunlardan olaylara varmak yoludur.
İkinci yol doğuştan ruhta var olan kavramalara dayanma yoludur, akıl yoludur, ideal olan yoldur.

Sezgi yolu ise bir ilham, bir vecd yolu yani ruhun dünyevi alemden kurtulduğu, gerçekle hisler yoluyla doğrudan ilişki kurduğu yoldur.
Akıl yolunda adım, adım bir akıl yürütme, bir sebep sonuç ilişkisi ve sonunda bir bilme söz konusudur.

Bu konuda bir çok felsefe akımı ortaya çıkmıştır.
Sezgi yolu ise konuyu bir anda ve bütünlüğü ile bir kavrama ve daha da ötesi bir aşk ve muhabbet ile konu ile birleşme, bir kabullenme söz konusudur. Buna en büyük örnek olarak İslam tasavvufunu gösterebiliriz.
Bu iki yol birbirinden ayrı olmadığı gibi, birbirini tamamlar niteliktedir. İnsan aldığı eğitimler sonucu ve bulunduğu sosyal çevrelerin etkileri ile sezgilerinden çok akıl ve elle tutulur bilgiyi seçmeye şartlandırılmıştır.

Tekamül yolunda gerçeğin ne olduğunu önce akıl ile bilir, ama sonra akıl ile bildiğini sezgi ile bulur, yaşamına uygularsa aradığı gerçeğe ancak o zaman ulaşır... ve aradığı gerçeğin aslında tam da kendisi olduğunu görür...İşte bunları algılayabilmek ve anlayabilmek, sınırların dışında olanları hissedebilmek başka bir pencereden bakabilmek için tekamüle ihtiyaç vardır.