6 Ekim 2018 Cumartesi

UĞRAŞMAMIZ GEREKEN...

İnsanoğlu denen varlığın ortak özelliğidir...
Kendi içine dönüp, kendisi ile uğraşacağına sürekli başkaları ile uğraşır...
Neden bilir misiniz? 
Çünkü, bu kolay olan ve insana en kolay gelen yoldur.

Kendi özümüze dönüp ve kendimize bakıp;
"Kimim, neyim, ne istiyorum, neden bu alemdeyim?" gibi sorular sorup cevap arayacağına, karşısındaki kişi veya kişileri, olayları yargılamak daha kolay gelir insana.
Kolay gelmesinin nedeni de, insanın kendisini değiştirmek istememesidir. Çoğunlukla insanoğlu hata ve kusurlarını bilir ama gelin görün ki, bunlarla yüzleşip bunları kabul etmek, düzeltmek yerine "karşımdaki kişi beni böyle kabul etsin" der.

Çoğumuzun dilindedir; "Ben böyleyim, benim karakterim bu, ben değişemem". Böyle söyleriz, zira kendimizi haklı görmek, hissetmek istediğimiz için değiştirmek istemeyiz. Halbuki, tekamülümüzün ancak kendimizi değiştirmekle mümkün olacağını bir kez idrak edebilsek, her şey çok daha kolay olacaktır.

Ancak çoğunlukla verilen reaksiyon, "Neden ben değişeyim, karşımdaki değişsin"dir.
İnsanı bu düşünceye sevk eden en önemli şey kendisi ile yüzleşmekten kaçmasıdır. Zira insanın kendisi ile yüzleşmesi zor, zahmetli, bazen de kendinde gördükleri yüzünden canını yakan bir durumdur... 
Daha da ötesi kendi içindeki gerçek benle tanışıp, gerçek durumu ile karşılaştığında çok da mükemmel zannettiği kendisinin öyle olmadığını görünce büyük bir şaşkınlık yaşar. Bildiğini sandığı "ben" ile gerçek "ben" arasındaki farkları görmek onda derin bir korku yaratır: O ana kadar inandığı "ben"in yıkılmasıdır.

Bu, insanın iç dünyasının gizli olduğu kapının açılıp, o kapının ardındakileri görmesi ve gerçekle yüzleşmesi sonucu yaşadığı hayal kırıklığıdır. Gerçek kendisini görüp, aslında hiç de bildiği gibi olmadığının anlaşılması ve bunun yarattığı bir huzursuzluktur.

Genellikle insanoğlu bunlarla karşılaşmamak, yani kendisi ile yüzleşip zayıf ve hatalı alanları ile karşılaşmamak, yarattığı suni benliğin çöküşünü görüp acı çekmemek için, iç dünyasının kapısını açmaz ve yarattığı hayal aleminde yaşamaya devam eder. Aslında yüzleşmekten kaçınarak yaptığı, gerçek kendisi olmayan bir varlığın yaşamını sürmesinden öte bir şey değildir.

Bazı insanlar yaşamları süresince iç dünyalarının kapısına bile gitmeden ömürlerini tamamlar, bazıları kapıya kadar gider, kapıyı açma cesareti gösterir ama içeri bakamaz, bazıları ise kapıya gider, kapıyı açar, korkusuzca ve cesaretle kendisi ile yüzleşir, hatalarını ve eksikliklerini, fazlalıklarını görür ve bunları tespit edip düzeltme yolunda gayretle mücadele eder. 
Bu yapılan zorlu mücadele başkası ile değil, doğrudan kendisi iledir.

Madem tekden gelip teke gitme yolculuğu içindeyiz, o zaman şunu iyi idrak etmemiz gerekir. Hepimiz bir enerjinin parçacıklarıyız ve aslında gördüğümüz her kişi de bizim bir yansımamız, bizden bir parça.. 
Yani bir sorun çıktığında birisini tenkit ediyor, kınıyor, hor görüyorsak; aslında tüm bu yaptıklarımızı kendimize yaptığımızı idrak etmemiz gerekir.

Hatırlarsanız geçmiş yazılarımda (Ho opono pono) tekniğinden bahsetmiş ve aslında karşımızda gördüğümüz kişinin, bizim yansımamızdan başka bir şey olmadığını söylemiştim. Yani birisini tenkit edip, suçluyor, aşağılıyor veya hor görüyorsak aslında suçladığımız veya suçlamamız gereken kişi bizden başkası değildir. Suçladığımız kişi ve durumlar bizim davranışlarımızın yansımalarından başka bir şey değildir aslında...

Ruhsal tekamül yolunda mesafe almak istiyorsak, ruhsal tekamül için en gerekli yol olan kendimizle yüzleşmeyi de başarmamız gerekiyor. Bunun kolay olmadığını söylemiştim ama şunu da unutmamak gerekir ki, zor nerede ise cevap da oradadır.

Şöyle bir çevrenize bakın, bu zoru başarabilen o kadar çok insan var ki. Bunun farkında olamadığınız anlarda bile, o insanlar size kendilerini bir türlü belli ederler. Hepimizin etrafında, günlük yaşamımızda karşılaştığımız böyle birçok insan vardır.

Bunlar; çevresi ile barışık, yaşama gülümseyerek bakabilen, zorluklar önlerine çıktığında şikayet etmeden mücadele edebilen, sorunun parçası olmak yerine sorun çözen, sakin, dingin, tevekkül sahibi, yaşamda ne istediğini ve ne aradığını bilen insanlardır. 
Bunu başarmış insanlar dünya düzenini, yani ilahi düzeni de bir nebze kavramış kişilerdir.

Bilir misiniz ki, aslında onları bu sakinlik ve dinginliğe götüren şey, gelecekte bekleyen şeyin ne olduğunu sezebilmenin verdiği huzurdur. 
Siz de bu özelliklere sahip birisi olmak istemez misiniz?

Sorunlarla baş edebilen, yaşamını istediği gibi şekillendirebilen, problemlerden kaçan değil, problemleri çözmeye gayret eden biri...
Bunun için yapılması gereken iki şey var, isterseniz gelin bir başlangıç yapalım.

Önce kendimizle yüzleşmeyi başarıp sonra da zordan korkmamayı öğreneceğiz ve zor nerede ise cevabın da orada olduğunu içimize sindireceğiz.
Bu bizim zorluk ve sınavlarla dolu dünyada, huzurla gelişmemiz için yol haritamız olacak...
Bizi adım adım tekamüle götüren yolun haritası...
Huzuru yarattığımız, birbirimize destek olarak daima daha ileriye beraber yürüyeceğimiz yolun haritası...

30 Eylül 2018 Pazar

KISA BİR HATIRLATMA...

İnsanoğlu yaşama adım attığı andan itibaren 5 duyusu ve dualitenin onlarca, yüzlerce ve hatta binlerce  değişik sahne dekoru ile bezenen sahnede yaşamını sürdürür.
Zor bir süreçtir yaşam yolculuğu... meşakkatlidir; üzüntü, sevinç, keder, mutluluk, acı, tatlı bir çok duygu ile tıpkı bir hamur gibi yoğurur insanoğlunu.

Önemli olan bu sürecin sonunda ne olduğudur. 
Acaba geçen süreç sizi istediğiniz, arzuladığınız yere getirebilir mi?
Acaba yaşamınızda kendiniz olmayı başarabilir misiniz?
Yoksa, çevrenizin ve şartların bir oyuncağı mı olursunuz?
Ömürlerimiz geçiyor, senaryolarımızın sonuna doğru durmadan ve duraksamadan ilerliyoruz.
Her fırsatta sorun kendinize, kimsiniz, neden buradasınız, ne arıyorsunuz?
Kendinizi tanıyabildiniz  mi? Diğer bir ifade ile kendinizi bulabildiniz mi?

Çünkü yaşam yolculuğumuz, aynı zamanda ruhsal dünyamız için de bir yolculuk. Onun için yukarıdaki sorular ve vereceğiniz cevaplar sizin için çok önemli.
Bize verilmiş yaşamları ancak kendimiz olursak tekamül yolunda en randımanlı şekilde kullanabiliriz.

Sıkça dile getirdiğim gibi, fiziksel alemdeki gelişimimiz yanında ruhsal dünyamızda da tekamül ediyoruz. Ancak, çok önemli bir noktaya dikkat çekmek isterim;
Fiziksel alemde ruhumuzun gelişimi için kullandığımız beden, ölüm dediğimiz bir sonla nihayetlenir. (Hatırlarsanız ruh ve beden ilişkisinde; ruhun bedeni kullandığını, aslında Ruh ve Beden, her ikisinin birbirine muhtaç olduğunu belirtmiştim).
Fakat, ruh için durum biraz farklıdır. Beden tek bir yaşam senaryosunda yer alırken, ruh farklı senaryolar için farklı farklı bedenler kullanır.
Söylemek istediğim şey; ruhun bedeni senaryonun süresi kadar kullanıp ve sonrası için yeni bir program, yeni bir senaryoda yer almasıdır...
Kısacası, ruh bedeni son kullanma tarihine kadar kullanır ve fiziki ölüm ile birlikte daha sonra yeni bir bedenlenme, yeni bir imtihan için tıpkı bir bekleme odasındaymış gibi sırasını bekler.

Fiziki ölüm ile ruh artık bedenden çıkmıştır ve hesaplaşma devresine girecektir, kendisi ile ve tek başına... bu hesaplaşma sonunda eğer cesareti olur ve kendini hazır hissederse; yeni bir bedende, yeni bir senaryo ve yeni bir kimlikle, yeni bir coğrafyada  ve farklı bir zaman diliminde imtihan için fiziki alemin sahasına çıkacaktır. 
Peki bütün bunları neden anlatıyorum?
Tek sebep fiziki alemde yaşarken biraz silkelenmek ve kendimize gelebilmek için. Yaşam ve yaşam senaryosu dediğim şeyin gerçekte ne olduğunu anlamak ve anlatabilmek için.

"Life is an illusion" yani "Yaşam bir algı". Bunu hiçbir zaman aklınızdan çıkarmayın. Zira kim ki, bunu sürekli tekrar edip aklında tutabilirse, o kişiler için yaşam çok daha basit olacaktır.
Aslında basit olan bir şeyi hatırlamaktan öte değil söylediklerim.

Materyal dünyanın oyuncaklarına kendinizi esir etmeyin. Ne kadar çok fiziki alem ve onun oyuncaklarına  bağımlılığınız varsa, ruhsal dünyanız o kadar sığ kalır. 
Oysa farkında olmadan hepimizin aradığı ve ulaşmaya çalıştığı hedef, içimizde bir parçası var olan geldiğimiz kaynaktır. Fiziki dünya geçici bir süre bulunduğumuz, daha da ötesi tekamül yolunda oyun oynamak için sahneye çıktığımız yerdir. Oynadığımız oyun eninde sonunda bitecek ve oyunu nasıl oynadığımız konusunda hesap vereceğiz. 
Peki, biliyor musunuz,  hesap verilecek varlık kim?
Kendimize hesap vereceğiz, yukarıda da bahsettiğim gibi hesabı verirken ve hesabı alırken yapayalnız olacağız.
İşte onun için, en önemli şeyin siz olduğunuzu sık sık tekrar edin. 
Kendiniz için bir şeyler yapın, bugün ötelediğiniz, hesaplaşamadığınız her şey, ilahi düzen gereği yarın daha da büyük sorun olarak önünüze çıkacak.

Madem imtihan hiç bitmeyecek, o zaman yapılacak en akıllıca iş fiziki alemde iken yapılması gerekenleri en iyi şekilde yerine getirmek ve mümkün olabildiğince sorunları bu alemde iken çözmek. 
Sorunlarla yüzleşmek, yaşadıklarınızdan dersler çıkarmak ve alınan her dersi daha önce çözemediğiniz için, bir daha karşınıza çıkan sorunu çözmek için kullanmak...

Gelin bir deneyin. Söylediğimi hayata geçirmek çok da zor değil, deneyince göreceksiniz... Çözdüğümüz her sorun bizi bir basamak daha ileriye götürür. Sorunlar bizim tekamülümüz için yaratılmış sınavlardır.

Sorunları çözmek için aslında kimseye ihtiyacımız yok, tek  ihtiyacımız olan sadece biraz cesaret... O da içimizde mevcut... Yeter ki içimize bakabilelim... İçimizdeki tanrı parçacığının gücünü görebilelim...