16 Eylül 2018 Pazar

KENDİN OLMAK

Yaşam bir tiyatro gibidir ve fiziki aleme adım attığımız andan itibaren adeta bir sahnenin ortasına bırakılır ve orada rolümüzün ne olduğunu tam olarak anlayamadan bir şeyleri yapmaya çalışırız.

Peki, esas yaşam rolümüzün ne olduğunu nasıl anlayacağız?
Bir başka ifade ile dile getirirsek, yaşam dediğimiz muammalı yolculuk nasıl bir şey,  bu yolculukta nasıl yol alıyoruz?

Bu iki kritik sorunun cevabını bulmak, aslında yaşamın gayesini anlamak ve bu aleme neden geldiğimizin cevaplarını da  bulmak olacak.

Gelin şimdi yaşam senaryosunun sergilendiği tiyatro sahnesine bir göz atalım; 
Yaşama gözümüzü açınca içinde bulunduğumuz bir sahne dekoru var ve tabi bu dekoru oluşturan ana aktörler aile ve bulunduğumuz çevre. Yaşam senaryosunun şekilleneceği esas ortam işte bu çevredir. Bulunduğumuz çevrenin içine; dil, din, kültür, sosyal yaşamın tüm etmenleri, eğitim, öğretim, bulunulan coğrafya gibi fiziki alemin tüm enstrümanları girer. 

İşte yaşama adım attığımız andan itibaren, fiziki alemde bulunma sebebimiz olan ruhsal tekamülümüz için farkında olmadan çabalar dururuz. Ancak burada kritik olan şey, bu alemde bulunma sebebimizin fark edildiği dönemdir. Sürecin doğal gelişim safhasında, insan denen varlık belli bir fiziki ve ruhsal yaş olgunluğuna ulaşınca, yaşamı sorgulamaya başlar ve bazı şeylerin farkına varır.

Fakat bu noktaya gelene kadar fiziki alemin tüm dekor, aktör ve şartları, yani yukarıda bahsettiğim tüm enstrümanlar bizi belli bir kalıbın içine sokmuş, yaşam farklı inanç formatlarını bizlere yüklemiş, kısacası bizi aslında bize uymayan ve belki de bize hiç ait olmayan bir elbisenin içine sokmuştur. 
İşte vurgulamak istediğim nokta da tam burası. İnsanoğlu bu farkındalığa eriştiği an, gerçek benliği ile karşılaşır. Bu bir sorgulama, araştırma, yüzleşme dönemidir. Ancak, bu süreçte insanın kendine uygun olan elbiseyi bulması ve giymesi gerekir. 

Söylemek istediğim şey, aslında bulunduğu alemde yaşayan insanın çoğunlukla toplum dışına düşmemek için, yine toplumun yarattığı bir tür üniformaya bürünüp gerçek kendisi olamadığıdır. Farkına varmadığı sürece bu üniformayı rahatlıkla taşıyabilir ama ruhsal benliği ile fiziki alemdeki kişiliğinin uyumlu olmadığını fark ettiği anda işler değişir ve bir memnuniyetsizlik, mutsuzluk, huzursuzluk dönemine girer. 

Şimdi gelin bu dönüm noktasını biraz daha açalım.
Doğunca bir takım kalıplar içinde yetişip, yaşam senaryomuzu oynamak için sahneye sürüldüğümüz rol apaçık ortada. Sonrasında bakıyoruz ki, aslında gerçekten oynamak istediğimiz rol  ile yaşam sahnesinde oynadığımız rol hiç de bir birine benzemiyor. 
Sanki üstümüze uygun olmayan bir üniforma içinde sıkıştırılmış yüzüne taktığı maske arkasına sığınmış, düşüncesi ve davranışı birbiri ile örtüşmeyen tamamen farklı bir insan olup çıkıvermişiz. 
Belki şöyle de denebilir; içi başka, dışı başka... maskeler takmış insanlar topluluğunun bir parçası olup çıkıvermişiz...

Peki, bunun farkına vardığımızda nasıl davranıyoruz?
Cevap çoğunlukla mevcut üniforma ve takılmış maske ile rol yapmaya devam etmek yönünde oluyor. Yani maskesini çıkarmaya cesaret edemeyen insanlar topluluğu... Zor bir süreçten bahsediyoruz; yıllarca taşınan bir maskeyi çıkarıp, ruhunun derinliklerinde tanıştığı gerçek kendisi gibi davranabilme cesaretinden...

"Neden zor derseniz?" gelin cevabını birlikte arayalım....
Mutlak doğru diye bir şeyin olmadığı bir dünyada, kime ve neye göre veya doğru, yanlış diye öğretilmiş bir yığın kurallar silsilesi içinde, bize dayatılan örneklere benzeyerek gerçek benliğimizden neredeyse tamamen uzaklaşmışız dır.

İnsanoğlu farkına varmıştır. Aslında iki kişidir, birisi ruhunun derinliklerinden seslenen ve esas yaşatması gereken gerçek kendisi, diğeri ise toplum ve çevrenin belli saçma sapan kalıplara soktuğu başka bir kişi, maske ve üniforma ile dolaşan bir kişi... Bu iki kişinin birbiri ile hiç de alakası yoktur... ruhunun sevdikleri, istedikleri, arzu ettikleri başka iken, maske takmış fiziki alemin esiri olmuş diğer benliği bambaşka şeyler istemektedir. 
Ancak, şunu unutmamak gerekir... esas tekamüle gidecek yol gerçek kimlikten, ruhun derinliklerinden gelen sesin takibi ile olur... 
Fiziki alemin dayatmaları, toplumun zorlamaları ile insan sadece tiyatro sahnesinin esiri olur, bir figüran olmaktan öteye gidemez.

Haydi gelin sorun kendinize... kimsiniz, kim olmak istiyorsunuz?
Ruhunuzun derinliklerinden size seslenen sesi mi takip edeceksiniz, yoksa fiziki alemin kalıp ve dayatmaları arasında rol yaparken kendinden  uzaklaşmış bir insanın sesini mi?

Siz en iyisi cesaret edip size dayatılan, size uymayan kalıpları kırın, etrafınızdaki kalın duvarları yıkın, zincirleri koparın... 
Ya fiziki alemin mutluluk ve mutsuzluk kavramları arasında gidip gelip kaybolacak, ya da gerçek benliğinize kavuşup ruhunuzun derinliklerinde bulunan huzura ulaşacaksınız...

Bu yolda zaman zaman toplumdan ayrı düşecek, dışlanacak ve tenkit edileceksiniz. Bırakın, size ne derlerse desinler... 
Çıkarın size giydirdikleri üniformayı, maskeyi, yüzleşin kendinizle ve dinleyin ruhunuzun sesini...
Özetle söylemek gerekirse, kendinizi özgürlüğe kavuşturun, gerçek kendiniz olun, kendiniz gibi davranmanın keyfini çıkarın...
Huzur ve tekamüle ancak bu şekilde ulaşılıyor...