20 Ocak 2018 Cumartesi

ARADIĞIMIZ ...

Bilir misiniz? 
Biz ölümlüler için değişmez bir gerçek vardır ki; o da  doğduğumuz günden itibaren bir arayış içinde olmamızdır.

Hepimiz bir şeyleri ararız ama çoğunlukla, ne aradığımızı tam bilmeden, farkında olmadan sürüklenir gideriz bu alemde. 
Fakat, ne aradığımızı bir şekilde zaman geçtikçe anlarız. Zira insanın çocukluk ve gençlik çağı buna uygun değildir. 
Çünkü, çocukluk ve gençlik çağı bir tutunma, ayakta kalma, bir farkına varma dönemidir. Yaş ilerledikçe, tecrübeler ve yaşanmışlıklar arttıkça, insan ne aradığını anlamaya başlar. 
Günlük hayatta "yaş kemale erdi" dediğimiz şeydir bu...

Aradığımız aldatıcı birçok şeyin arasında, çok karmaşık gibi görülen ama temelde çok basit bir kavramdır. Hepimizin aslında aradığı, tek kelime ile mutluluktur, mutlu olmaktır. 
Bir düşünün, peki bizleri mutlu eden şeyler genelde nelerdir?
Evdir, arabadır, iyi bir iş, iyi bir eş, çocuklar, iyi kıyafetler, iyi dostlar, iş hayatındaki başarılar, payeler, unvanlar,  itibar, dünya nimetleri, kısacası maddi zenginlikler... gördüğünüz gibi saydıklarımın tamamı fiziksel alemin enstrümanlarıdır. 
Çok doğal olarak bu sayılanların eksikliği de bizleri mutsuz eder.

Peki, bütün bunları göz önüne alarak düşünecek olursak, yaşadığımız alemde bu sayılanların bir kısmına sahip olan ve olmayan insanlar var. Sahip olduklarıyla mutlu, olmadıklarıyla mutsuz olan milyonlarca insan...

Gelin şimdi birlikte mutluluk ve mutsuzluğa bir göz atalım ve aslında maddi alemde aradığımız ve sahip olduğumuz şeylerin bizleri çok da doğru adrese götürmediğini birlikte görelim.

Ne demiştik? İnsanlar maddi değerlere ne kadar çok sahip olursa, o kadar mutlu olduklarını zannederler. 
Evet, bu hepimizin çokça yaptığı hatadır, mutluluğu hep maddi alemde arar ve onun imkanları içinde bulacağımızı sanarak kendimizi aldatırız. 
Aslında bütün bu maddi değerler bizlere yaşamda bir gereklilik için sağlanmıştır. 

Hatırlayacaksınız, Düalite Prensibi konusundan bir çok kez yazılarımda bahsetmiştim. Düalite Prensibi, zıtlıklardan dengeye gelebilmek için ilahi düzenin ve bu  boyutun, yani içinde bulunduğumuz boyutun değişmez kuralıdır. Kısaca söylemek gerekirse; maddi varlık veya yokluk bize yaşamda kendimizi geliştirmek için verilen araçlardır. 

Belki şöyle ifade etmek gerekir; eğer bu aleme kendi isteğimiz ve tekamül etmek için gelmişsek mutluluk ve mutsuzluk bizim yol boyu arkadaşlarımız olacak. 
Diğer bir ifade ile mutsuzluk denen kavramı bilmez ve yaşamazsak, mutluluğu anlamak mümkün olamazdı. İşte düalitenin çalışma prensibi de aynen bu şekildedir.

Aslında çoğumuz aradığımız şeyi doğru tarif edemiyor, fiziksel alemin döngüsü içinde yanlış şeyi, yanlış yerde arıyoruz.
Çünkü çoğunlukla yaptığımız fiziki alemin girdabı içinde kaybolmak ve ruhsal dünyamızı ihmal etmekten kaynaklanıyor. 

Ruhsal dünya deyince, genelde şöyle bir algıya kapılır insanlar; ruhsal dünya ayrı bir alemdir, orası ölümden sonra gidilecek yerdir. Dolayısı ile, bu dünyadayken orayla çok ilgilenmeye gerek yok. 
Halbuki, ruhsal dünya derken bir manada diğer alemler, boyutlardan bahsediyoruz ama unutmayalım ki, bedenimizde taşıdığımız ruh o bilmediğimiz diğer aleme ait. 

İşte, konuya bu açıdan yaklaşırsak aslında mutluluğu bulmamız gereken yer ruhumuz, ruhumuzda mutluluğu bulduğumuz zaman gerçek mutluluğa erişmiş oluruz. 
O bulunan gerçek mutluluk da iç huzuru ile sağlanır. Bir başka şekilde ifade edersek; iç huzuru fiziki alemdeki mutluluk ve mutsuzluk arasındaki denge noktasına yaklaşmaktır.

"Bunu başarabilen insanlar var mıdır?" diye soracak olursanız, elbette vardır. Belli bir ruhsal olgunluğa erişmiş, kendisi ile yüzleşmiş, yaşam amacına ulaşmış, kim olduğunu bilen insanlar tam da bu tarifimize uyan insanlardır.  Onlar maddi alemin değerlerinin geçici olduğunu öğrenmiş, yaşanan mutluluk sonrası, mutsuzluğun da gelebileceğini bilen, mutsuzluktan korkmayan kişilerdir. 
Kısacası, onlar yaşam denen oyunun kurallarını çözmüş ve oyunu doğru ve basit oynayabilen kişilerdir.

Mutluluk ve mutsuzluk arasında bizim bulmamız gereken şey, dengeyi sağlayarak aslında ulaşmamız gereken yeri anlayabilmek, algılayabilmektir. Bu iki kavram, bize esas mutluluk diyeceğimiz iç huzuru bulmamız için gereken araçlardır. 

Fiziksel dünyadan ruhsal dünyaya geçerken bize yardımcı olan iki olgudur mutluluk ve mutsuzluk... Bir gerekliliktir, olmaz ise olmazıdır fiziki alemin. Aradığımız ve bulamadığımız şey huzurdur, iç huzurudur, içsel mutluluktur. 

Peki, neden içsel mutluluk? 
Sebep aslında basit; dünya nimetleri ile fiziksel boyutta belli bir tatmine ulaşıyoruz, buna kimsenin itirazı yok ama kalıcı bir mutluluk olabiliyor mu? 
Cevap maalesef olumlu değil... Zira bu tür mutluluklar kalıcı olmuyor... Çünkü bunlar ruhu tatmin etmiyor ve mutluluğu mutsuzluk takip ederek insanları farkında olmadıkları bir kısır döngüye mahkum ediyor. 
Böyle bir durumda sürekli mutluluktan nasıl söz edebiliriz. Ama, eğer işin özünü anlayıp çözersek, bütün bu mutluluk ve mutsuzluk dediğimiz şeylerin aslında ne işe yaradığını biliriz. 
Aynı amaca hizmet ettiklerini fark eder ve bunları içimizde bir  de dengeye getirebilirsek, işte o an ruhumuza gerekli huzuru bulduğumuz, gerçek mutluluğa eriştiğimiz andır.
O an bir hafiflik, huzur anıdır, dünyaya başka bir boyuttan bakabilmeyi ve algılamayı başardığımız andır.

Dilerim hepimiz bir gün yaşama böyle bakmayı becerebilir, dünya nimeti dediğimiz şeylerin sadece bir araç olduğunu anlarız. 

İç huzuru denen şey, mutluluk-mutsuzluk kavramlarının neye hizmet ettiğini bilmekten, yaşama daha akılcı, basit ve yalın bakmaktan ve bunu bir yaşam tarzı haline getirmekten geçer.