18 Kasım 2017 Cumartesi

YAŞAM VE SÖZÜN GÜCÜ .....

Bilir misiniz ki, biz insanlar doğduğumuz andan itibaren bir hayal dünyasındayız. Gecesiyle, gündüzüyle tüm yaşamımız aslında bir hayal dünyasıdır.

Gelin şimdi birlikte bunun nasıl olduğunu anlamaya çalışalım.
Şöyle bir sorun kendinize;
Bu dünyanın kurallarını kim koydu?
Biz nasıl bir dünyaya geliyoruz?

Dünyaya gözümüzü açtığımızda, kuralları bizlerden nesiller önce konulmuş bir aleme adım atıyoruz. Tüm kuralları, doğruları, yanlışları bizim dışımızda belirlenmiş bir hayal dünyası.

Farklı diller, dinler, coğrafyalar, kültürler, öğretiler.... kısacası, farkında olduğumuz veya varamadığımız binlerce hatta milyonlarca farklılıktan bir araya gelen bir hayal dünyasındayız.

Bir başka şekilde söylemek gerekirse, zaten bizden önce tasarlanmış bir sahne dekoru var ve gözümüzü bu dekorun içinde açıyoruz. Şöyle bir düşünün; sizin hiçbir katkınızın olmadığı bir yaşam sahnesi.

İlk doğduğumuz günden itibaren; içinde bulunduğunuz coğrafya, dil, din, annemiz, babamız, büyükler, yakın aile fertleri, sokak, mahalle, okul, kısacası bir çok aktör ve dinamik bu sahne dekorunun bütün diğer detaylarını oluşturuyor ve şekillendiriyor. Daha da ötesi, tamamı bizim dışımızda şekillendirilmiş bir alemin içine giriyoruz.

Yaşamımız boyunca da bundan farklı olmayan bir süreci yaşarız. Aslında bir dayatmadır yapılanlar, hiçbiri bize ait olmayan kurallar silsilesidir..

Neyin doğru, neyin yanlış olduğuna siz karar vermezsiniz, size öğretilir bütün bunlar. Biz daha ne olduğunun farkına varana kadar, bizim irademiz dışında birileri bizim sınırlarımızı belirlemiştir.

Bilir misiniz ki, aslında yaşam dediğiniz şey;
"Ölülerin koyduğu kurallarla oynanan bir oyun, bir hayal dünyasının sahnelendiği perdedir."
Hayal dünyamız sürekli canlıdır. Biliyoruz ki, uyanıkken veya uyurken hiçbir fark yoktur, hayal görmeye devam ederiz. İkisi arasında sadece ince bir çizgi vardır. Uyanıkken gördüğümüz şeyler tamamen fiziksel tabandadır ve 3 boyuta hapsedilmiştir. Sanki çerçeve içine alınmış bir resim gibidir, bir kafes içine hapsedilmekle aynı şeydir, hissedilen ve görülen...
Ancak, uykuda yaşadıklarımız ise tamamen farklıdır. Orada yaşadıklarımızın bir çerçevesi yoktur... sınırlar ve duvarlar yoktur o dünyada... Adeta boyutlar arası dolaşmaktır, yaşadıklarımız. Daha önce Lüsid rüyalar bahsinde anlattığım gibi, uyku sırasında ruh bedenden tam olarak ayrılmasa da, nispeten esaretten kurtulmuştur.

Sanki hücre hapsindeki birisinin hücre dışına, hapishane havalandırmasına çıkması gibidir. Bu süreçte de farkında olmadan bir takım bilgi de aslında bize yüklenir, ancak bunun farkına varamayız.

Kontrol edebilenler için uyku sürecinde sınırsız mesaj, bilgi ve imkan vardır. Onlar ki, 3 boyutlu dünyada iken, diğer alemlerin farkına varan ve anlayabilen, diğer alemlerin kapısını aralıyabilmiş şanslı kişilerdir.

Şimdi isterseniz konuyu biraz daha derinlemesine inceleyelim.

Doğduğumuz andan itibaren bize bilgi nasıl aktarılıyor?
Bize aktarılan bilgi konuşularak, ses yoluyla iletişim kurularak aktarılıyor. Büyüklerimizden önce konuşmayı, dilimizi öğreniyoruz ve konuşmayı öğrendikten sonra da beynimize bilgi aktarılmaya başlıyor. Sözle, bir nakış işler gibi beynimize benliğimize kayıt ediliyor doğru-yanlış tüm bilgi....

Peki, bu iletişim sonunda biz ne yapıyoruz? Bize sözlü olarak aktarılan bilginin doğru veya yanlış olduğunu irdelemeden doğrudan kabulleniyor ve dağarcığımıza kaydediyoruz.

Şöyle düşünün; ne ismimizi, ne dinimizi ne de dilimizi biz seçmedik.

(Tabii ki, burada bir açıklama yapmak gerekir. Bu dünyaya gelmeden önce yaptığımız yaşam senaryosu kontratı bununla yakın alakalıdır. Ama şunu unutmamak gerekir ki, bu kontrattan doğduğumuzda haberimizin olmadığı da aşikar ve bu geçmiş yaşamımızla ilgili. Şimdi içinde bulunduğumuz tamamen yeni, hazırlıksız bir oyun alanı )

Dolayısı ile çocukken bizim tek yaptığımız bize aktarılanların şartsız kabulü ve bunun neticesinde doğru veya yanlış tartışılan bir çok şeyin etrafımıza ördüğü kalın ve yüksek duvarlar.

Bu duvarlar içinde yarattığınız şey, tamamen artık sizin bir inanç sisteminiz olmuştur.

Belki zaman zaman kabul etmediğimiz öğretiler de oluyordur ama geçmişten gelen ve dağarcığımıza yüklenen anlam o kadar yüksek ve güçlüdür ki, bunun karşısında durmamız mümkün değildir.

(Bunu çok az da olsa becerebilenler vardır ama toplum baskısı o kadar güçlüdür ki, onları hemen dışlar ve oyunun dışına atar.)
Bütün bu yüklemelerin neticesinde toplumun bir parçası haline geliriz, başkalarının sözleri ve bizim o sözleri kabul etmemizle şekillendirilen bir birey olup çıkarız.

Özetlemek gerekirse, sözlerin dünyasında çocuklar evrilip yetişkin bireyler haline gelir. Geçen zaman bizlere birçok şey öğretir. Değerlendirme kavramı gelişir ve bu sayede doğru, yanlış, iyi, kötü, güzel, çirkin gibi yorum ve kararlara varılır.

Peki, ama "neye göre" derseniz? 
Cevap çok açık, bize sorgulamadan yüklenen bilgi ve şartlandırmalara göre.

Bütün bu süreçte bizi yönlendiren iki çok önemli şey vardır; 
"Ceza" ve "Ödül".

Çocukluğunuzu düşünün; hepimizin bilinç altına; 
şunu yaparsan "Ceza", bunu yaparsan "Ödül" diye format atılmıştır. İşte, bu iki kavram yaşamımızı şekillendirir ve bizi kontrolümüz dışında bir forma sokar.

Ancak, yetişkin olduğumuzda durum biraz değişmiştir. Artık bazı kararları değerlendirir olmuş, söylenen her şeyi kabul etmeyip kendi yorumlarımızı katmaya başlamışızdır. Tamamen bir farkındalık dönemidir yaşadığımız. 
Fakat öğrendiğimiz ve bize yüklenmiş inançları değiştirmek hiç de kolay bir şey değildir. Bir meydan okumadır, bunu yapabilmek. 

Çünkü bunun altında yatan en büyük engel onları zamanında bir "mutlak doğru" gibi kabul etmiş olmamızdır. Bilincimiz bunu o kadar kuvvetli kayıt etmiştir ki, değiştirmesi de bir o kadar zordur.

Bu inançların, kuralların ve kabullerin doğru olmadığının farkına varsak bile, dışına çıktığımızda kendimizi çok kötü hissederiz.

Bunun sebebi aslında çok basittir... Geçmişte bize yüklenen bilgi, o kadar kuvvetle kabul edilmiş ve inanç haline gelmiştir ki, onun dışında her düşünce, davranış ve hareketimizde kendimizi suçlu hissederiz. Bir iç muhasebe yaparız bütün bu süreçte, bu bir iç hesaplaşmadır aslında.

Kendi yaşamınızdan şöyle düşünün; bugün üzülmediğiniz ama geçmişte aynı şeyleri yapıp da üzüldüğünüz onlarca olay olmuştur. O üzüntüyü aşmak hiç de kolay olmamıştır.

Hele ki, bazıları bunu onlarca kez tekrar edip, aynı üzüntüyü defalarca yaşamışlardır. Aslında, burada alınacak çok ders vardır.

Yaşam sizi ikaz ediyor, artık "farkına var" diyor. 
"Aynı acıları yaşayacağın şeyleri tekrardan vazgeç", "Buradan alınması gereken dersi çıkar ve yoluna devam et.", yine yaşam devamla diyor ki; "Öyle veya böyle yaptığın veya düşündüğün şey doğru değil ama sen ısrarla yapıyorsun."

Peki, neden? Cevap çok açık.....eski kabullenmeler, eski öğretilenler...
Doğduğumuz andan itibaren beynimize doldurulan doğru yanlış bir çok bilgi ve öğreti. Bir çoğu yaşam boyu bize yaşam yolumuzda engel olmaktan öte bir rolü olmayan çakıl taşları.

Bunu bir örnekle anlatmaya çalışacağım;
Bir bilgisayar düşünün, yeni alınmış bir bilgisayar.
Aldığınız günden itibaren bu bilgisayara gerekli ve gereksiz bir çok program yüklersiniz. Bunların bir çoğunu yaşam boyu bile kullanmazsınız. Ama, zamanla çok önemli bir şey olur. O da bilgisayarınız yavaşlar ve eskisi gibi çalışmamaya başlar. 
Sebep nedir derseniz? Bir bakış açısıyla çöp diye tarif edebileceğimiz, bize hiçbir faydası olmayan programlar.

İşte, bizim dağarcığımızda ki, bilgi ve öğretilenler de böyledir. Bazıları yaşam yolumuzda yol gösterir ışık tutar, bazıları ise hiç kullanılmaz, sadece yer kaplar, çalışmayı yavaşlatır, önünüze çıkıp zaman kaybına sebep olur.

Peki bütün bunlardan nasıl bir netice çıkaracağız derseniz?
Yukarıda bahsettiğim gibi doğduğumuz günden itibaren bizleri şekillendiren, belli kalıp ve formlara sokan nedir? Konuşma yoluyla bize söylenen ve aktarılanlar...

Onun için, kelimelerin ve konuşmanın gücünü sakın yabana atmayın. Onlar yaşamımızı formatlayan çok önemli şeylerdir.

Özellikle çocuklarla doğdukları andan itibaren konuşurken çok dikkat edin. Unutmayın ki, yaşam boyu etki altında kalacakları davranışları, formları onlara konuşarak veriyorsunuz. Konuşurken aslında karşınızdaki kişiye bir enerji transferi yapıyorsunuz.

Sözlerinizde kusursuz olun, kelimeleri dikkatli seçin...
Bazı insanlar kelimelere anlam yükleyemedikleri ve kendilerini ifade edemediklerinde bağırarak konuşmaya başlar ki, bu tamamen bir çaresizlik halidir. 

Konuşurken bağırarak değil ama anlaşılır ve mana yükleyerek konuşmaya gayret edin.

Bu yaşamda iletişim kurduğumuz en bilinen araç konuşma ve bu yüzden konuşurken karşı tarafa yükleyeceğiniz iyi veya kötü enerjiye dikkat edin.

Sözün gücünü hiçbir zaman unutmayın...

Sözcükler sadece bir ses ya da yazılı bir sembol değildir. Sözcük yaşamdaki en önemli güçlerden biridir; kendini ifade etmek ve iletişim kurmak, düşünmek ve böylece hayatınızdaki olayları yaratmak zorunda olduğunuz güçtür.

Sözcük, insan olarak sahip olduğunuz sihirli bir araçdır. Ancak, çok önemli bir şeyi de unutmayın... iki kenarı keskin bir kılıçtır söz... sözünüz ile en güzel rüyayı oluşturabildiğiniz gibi, sözünüz ile çevrenizdeki her şeyi yok edebilirsiniz.
Bir kenarı, yaşayan bir cehennemi yaratan kelimenin kötüye kullanımı iken, diğer kenarı dünyadaki güzelliği, sevgiyi ve cenneti yaratacak olan kusursuzluğudur....

Nasıl kullanıldığına bağlı olarak, söz sizi özgür bırakabilir, ya da bildiğinizden daha fazla kalın duvarlar örer etrafınıza.

Sahip olduğunuz sihirli güçtür söz, yeter ki kullanmasını bilin.........

Yunus ne güzel demiş;
Söz ola kese savaşı,
Söz ola kese başı...
Söz ola ağulu aşı, 
Bal ile yağ ede söz......