16 Aralık 2017 Cumartesi

PEŞİN HÜKÜMLERİMİZ ...

Dikkat ederseniz, zaman zaman tüm yaşamımızı peşin hükümler üzerine kurguluyoruz.

Yaşamımızı karartan, hatta bir kaosa çeviren peşin hükümler ve varsayımlar üzerine...

İnsan denen varlık yaşam kurgusu içinde, gerek geçmiş yaşamından taşıdığı miras, gerekse bu yaşamında edindiği tecrübeleri çerçevesinde bilincini kullanarak bir takım yorumlarda ve varsayımlarda bulunur.

Bunun neticesinde bazı ön yargılara varır.
Bu, insanların yaşam senaryolarında yapıları gereği oynadıkları bir roldür ve doğal olarak tüm insanlar varsayım yapma eğilimindedir.

Tabii ki, varsayımda bulunmamız çok da doğaldır ve yukarıda söylediğim gibi yaşamın da bir gereğidir. Ancak, sorun varsayım yapmamızda değil, yaptığımız varsayımların gerçek olduğuna inanarak bir takım hükümlere varmamızdadır.

Bütün bunları yaparken kendimizden ve varsayımlarımızın doğruluğundan o kadar eminizdir ki, kodlarımızda bulunan miras gereği, kendimiz inandığımız için diğer insanları da aynı konuya inandırmaya çalışırız. 

Hatta, dönem dönem karşımızdakini ikna etmek için yemin bile ederiz.

Özetle, başkalarının yaptıkları veya düşündükleri hakkında varsayımlar yapar ve bunun neticesinde peşin hükümlere varırız. Aslında yaptığımız şey gördüğümüz, duyduğumuz şeyleri kişisel olarak almamızdan kaynaklanır. 


Hatırlarsanız daha önceki yazılarımda, bir şeyi kişisel olarak üstünüze almak demenin, size o davranışı yapan veya sözü söyleyene tepki vermek durumunda kalmanız demek olduğunu söylemiştim.

İşte bir şeyi üstünüze aldığınızda ilk olarak verilen tepki çoğunlukla karşıdaki kişiyi suçlamak olarak tezahür eder.

Bakın süreç nasıl işliyor;
Önce karşımızdaki kişinin davranış ve sözlerini üstümüze alır, kişiselleştiririz. Sonrasında yorum yapar, varsayımda bulunuruz ve sorun da tam bu noktada başlar. 
Kişiselleştirdiğimiz şey yanlış anlamanın kapısını aralar ve sonuçta ortaya bir hiç uğruna dram yaratacak bir tablo ile karşı karşıya kalırız.

Farkında mısınız? Yaşamımız boyunca bütün üzüntü ve dramların bağlı olduğu şey, olayları ve sözleri üstümüze alıp, bunun neticesinde yorum yapıp, hüküm vermekten kaynaklanır.
Tek yapılması gereken gerçek olanı düşünüp, sorgulayıp bulmak iken, peşin hükümlerle kolaya kaçar, üstümüze aldığımız söz ve davranıştan hareketle kararlar alırız.

Gerçeğin ne olduğuyla çok da ilgilenmeyiz, çünkü bu kolay yoldur. Sorgulamadan kolayca üstümüze aldığımız ve kişiselleştirdiğimiz tüm şeyler, bizi yanlışlığın tam da ortasına atar. 

Daha da ötesi, söz ve davranışların manipülasyonu ile hayatımızı zehir ederiz. Bir cehennem yaratırız adeta ve yaratılan bu cehennem tamamen bizim yarattığımız bir hayale dayanmaktadır. Yarattığımız bu çıkmaz yetmezmiş gibi, bir de inandığımız peşin hükümleri başkalarına yayar, onların da bu sarmala girmesine sebep oluruz. 

Unutmayın, biz insanlar hayal dünyalarımızda yarattığımız peşin hükümleri başkalarına aktarmak için dedikodu türü iletişim sistemlerini de kullanırız. Bu sayede ürettiğimiz yanlış ve zehirli bilginin başkalarına da yayılmasına yardımcı oluruz.

Peki bütün bunların sebebi nedir?
Sebep aslında çok basit; sormak, öğrenmek ve gerçeği anlamak yerine, biz kolay olan yolu tercih ederiz. 

Halbuki, peşin hükümlerden kurtulup sormak, gerçeği araştırmak daha doğru olmaz mı? Zira, unutmayın ki, bir çok varsayımımız ve arkasından peşin hükümlerimiz yüzünden acı çekip duruyoruz.

İnsan zihninin çok önemli bir özelliği vardır, sürekli şüphe duymak... Şüphe yaradılıştan bu tarafa kodlarımızda olan bir özelliktir. Bu özelliğimiz sebebiyle zihnimizde çok fazla karmaşa yaratırız. 

İşte, bu karmaşa anlarında doğru yorumlamalar yapmak ve olayları doğru irdelemek çok zordur. 

Ne gördüğümüzü tam anlamak yerine, ne görmek istediğimize, ne duymak istediğimize odaklanırız. Gerçekle ilgisi olmayan hayal ettiğimiz şeyi görürüz ki, bu da bizi yanlış kararlarla karşı karşıya bırakır ve sonunda üzülen taraf oluruz.

Sonunda ne olur?  Hayal ettiğimiz şey karşımıza çıkmadığında veya yaşadıklarımız hayal ettiğimizle uyuşmadığında, üzülen ve acı çeken taraf oluruz.

Yani, gerçekle yüzleştiğimizde hayal kırıklığı yaşar ve yaşatırız.

Konuyu biraz daha derinlemesine inceleyecek olursak, karşılaşacağımız manzara bizi daha farklı yerlere götürecektir.
Şimdi bahsedeceğim konu belki bizleri rahatsız edecektir. 

Ama, spritüel aleme yakın bir kişi iseniz söylediklerim daha anlam kazanacaktır.

Bilir misiniz, insan denen varlık yalan söyler... Peki, sordunuz mu kendinize, neden acaba, insanlar yalan söyler?
Çevrenize bakacak olursanız, etrafınızda yalan söyleyen insanları göreceksiniz. 
Aslında, dikkatle kendinize bakacak olursanız, siz de yalan söyleyenler arasındasınız dır.

İnsanların bize doğru söylemesini beklemeyelim, çünkü insanlar kendilerine de yalan söylerler. 

Açıkcası, hepimiz zaman zaman kendimize yalan söyleriz.
Oysa kendimize güvenimiz olmalı ve birisinin bize söylediğine inanıp inanmama konusunda doğru kararlar vermeliyizdir. 


İnsanların ne zaman, ne söyledikleri ile bizleri etkilemediği noktaya gelebilirsek, yani söylenenleri kişisel olarak üstümüze almazsak, hiçbir şekilde söylenen ve sergilenen davranıştan rahatsız olmayız.

İnsanlar yalan söylerler, çünkü insanlar korkar. Korktukları şey karşılarındaki kişinin onları keşfetmesi ve mükemmel olmadıklarını anlamasıdır. 

Ancak unutmayın, insanlar yalan söyleseler bile, siz üstünüze almadığınız sürece bir problem yoktur. 

Hepimiz bir maske taşıyoruz da diyebiliriz. Bu maskenin tek sebebi kendimizle yüzleşme cesareti gösterememek ve aslında kendimizi çevremizden saklamaktır. Bir başka ifade ile olduğumuzdan farklı göstermektir...

Halbuki, biraz cesaret sahibi olup, kendimizle barışık ve kendimize güvenen bir kişi olsak, her şey çok daha basit ve kolay olacaktır.

Bunu yapabildiğimizde, kısa bir süre acı çeksek de, uzun vadede emin olun ki, huzur bulacak kişi biz oluruz.


İşte, bütün bunları küçük adımlar atarak hayata geçirebilirsek, aslında hayal dünyamızda yarattığımız peşin hükümlerden de kurtulmuş oluruz, tabii peşin hükümlerin bizlere taktığı prangalardan da...
Önümüzdeki geniş ufuklar ancak o zaman kendimizle barışık, huzurlu ve dingin bir yolculuk için sonuna kadar açılacaktır...

10 Aralık 2017 Pazar

BİLİNÇALTI TEMİZLİĞİ .....

Ruhsal dünyaya ilgi duyanların bildiği ve sıkça dile getirdiği bir kavram vardır.


"Karşımızdaki kişi aslında bizim kendi yansımamızdır.

Evet, sıkça kullanılan bir kavramdır, gördüğümüz şey aslında kendimizdir. Ancak, sıkça bunu dile getirsek de, ne olduğunu tam olarak bilmeyiz. 
Gelin birlikte bunun ne demek olduğunu "İlahi Düzen" kavramı çerçevesinde anlamaya çalışalım.

"Big Bang, Büyük Patlama" teorisini bilenler için "İlahi düzeni" anlamak ve açıklamak daha kolaydır. 
Kısa bir hatırlatma yapacak olursak; "Büyük Patlama" teorisi bize içinde bulunduğumuz alemin, patlamayı müteakip küçük enerji parçacıklarının evrene yayılması ile başladığını söylemekte ve yapılan bilimsel çalışmalar da artık bunu  kanıtlamaktadır.

Büyük Patlama'nın ardından 13 milyar yıldan fazla geçirdiği evrim çerçevesinde, 3 boyutlu fiziksel dünyanın  ve insanlığın bugün itibariyle geldiği nokta aşikardır.

"Hepimiz aynı enerjinin parçalarıyız" derken;
 "Aslında hepimizin özü aynıdır, hepimiz ortak bir veri tabanının bilgisini taşıyoruz" denmek istenmektedir.

İlahi düzende hatırlayacağınız gibi madde gelişim gösterirken, ruh da tekamül etmiştir. Yani, madde ruhun gelişmesi için bir araçtır.
Burada çok önemli bir noktayı göz önünde bulundurmak gerekir. Bu da, insan denen varlığın bu gelişim ve tekamülü gösterirken aynı özden hareket ettiğidir. 
Gelişim ve tekamül süresi boyunca ruhumuzda ve alt bilincimizde, var oluştan bugüne kadar gelen geçmiş bilgi taşınmaktadır.

Olaya bu noktadan bakacak olursak, bazı öğrendiğimiz şeylerin aslında gerçekten farklı olduğunu görürüz.
3 boyutlu dünyanın yaşam kuralları çerçevesinde, aslında bizi idare ve kontrol eden şeyin, doğumla birlikte gelişen bilincimiz olduğu zannedilmekle birlikte, esas kumanda merkezinin alt bilinç ve bilinç dışı olduğu apaçık ortadadır.

Yani, bizleri idare eden, yöneten, motive eden, kontrol eden şey geçmişten bugüne taşıdığımız mirastır. Tekrar etmek gerekirse, davranışlarımızı geçmişte insanlığın yaşadığı tüm olayların etkisi ve bu yaşamda öğrendiklerimizin çerçevesinde gerçekleştiririz.

Şimdi de, gelin konu başlığımız ile yakından ilgili tekamül konusunu hatırlayıp, süreci nasıl yaşadığımıza bakalım.

Yaşam senaryomuzu seçerken, geçmiş yaşamda deneyimleyip başarılı olmadığımız veya hiç deneyimlemediğimiz senaryoları seçip, o senaryoları oynamak için tekrar bedenleniyoruz.
Bu söylediklerim ruhun tekrar bedenlenme isteğindeki iki önemli amaçtır. Tekrar bedenlenme sürecini spatyom aleminde iken kararlaştırıp, ruhsal manada bizden daha üst seviyelerdeki görevli varlıkların da desteği ve yardımı ile yeni yaşam senaryosu haline getiriyoruz.

Ruhun tekamülündeki nihai amaç saflığa, tekliğe ve sonunda hiçliğe ulaşmak, daha da ötesi enerjiyi kontrol edebilir noktaya gelebilmek. 3 boyutlu dünya dışına çıkabilmemiz ve "Kamil İnsan" dediğimiz noktaya ulaşabilmek de aslında bu tarif ettiğim şeyden başka bir şey değildir.

İşte, konumuzun özünü oluşturan kritik nokta burasıdır.
Ruhun temizliği dediğimiz şey de ruhu tekamül ettirebilmek için gereken en önemli şeydir.

O zaman tekamülümüz için yapmamız gereken nedir?
Tekamül için yapacağımız şey, kısaca tüm kötü duygu ve düşünceden arınmak ve sonunda tekliğe ve hiçliğe ulaşabilmek.

Bizi buraya ulaştıracak kapının anahtarı "SEVGİ" kelimesinin içinde saklıdır.
Sevgi dediğimiz kavram, bütün kötü duygu ve düşüncelerden arınmakla yeşerir. Yani taşıdığınız tüm kötü duygulardan kurtulabilmek, içsel bir temizlik, derin bir temizlik yapabilmekle mümkündür.

Benim sıkça uyguladığım, inanılmaz derecede iyi netice aldığım basit ve kolay bir yöntemi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Bu yöntem Hawaili, Morrnah Nalamaku Simeona tarafından uygulanan ve insanlık alemine aktarılan "Ho o pono pono" yöntemidir.
Bu yöntemin temel felsefesi şudur.
İçsel ilahi güç ile ilişki kurabilmek ve akabinde bunu geliştirmek. Bu şekilde açılan algı kapısı sayesinde hareket, söz ve düşüncemizdeki hataları temizlemeyi istemek ve bunu öğrenmektir.

Karşınızdaki bir kişide eğer eleştirdiğiniz, tenkit ettiğiniz, beğenmediğiniz bir şey görüyorsanız, bu aslında size verilen bir işarettir, hatta bunun neden ve niçinini anlayabilen için bir lütuftur.

Bu olumsuzluğu gördüğünüz an aslında sizde de olan, bilinç altınızda taşıdığınız, belki de hiç farkına varmadığınız bir yükten, kurtulma şansına sahip oluyorsunuz.
Onun için bir "lütuf" diye dile getirdim.

Konuyu biraz daha açmak gerekirse;
Gözünüzün önüne bir "Server"  ana bilgisayar merkezi getirin. Bir ana bilgisayar ve buna bağlı milyarlarca başka, başka bilgisayarlar... Ancak, tüm bilgisayarlar neticede bir ana merkeze bağlı çalışıyorlar. 
Burada Ana bilgisayarı, yani server' ı bilinç altı olarak değerlendirebilirsek,  buna bağlı tüm bilgisayarlar da, biz insanların bilinç dünyaları diyebiliriz. 
Ana server'da insanlık tarihinin bugüne kadar taşıdığı tüm bilgi bulunmaktadır.

Nasıl ki, bir bilgisayarda virüs olabiliyorsa, bizim bilinç altımızda da binlerce virüs bulunmakta olup, ancak bunların tamamını temizleyebilirsek tekamülde yol alabiliriz.

Peki, bu virüslerin ne olduğunu tekrar etmek gerekirse; bunlar tüm kötü duygu, düşünce ve davranışlardır. 
Sevgi, tolerans, hoşgörü, empati ve anlayıştan uzak düşünceler, sorumsuzca yapılan tenkitler, şikayetlerdir.
Kısacası, bizleri sevgi ve huzurdan uzaklaştıran tüm kötülüklerdir.


Hatırlayın, yazının başında ne demiştik? " 
"Karşımızdaki kişi aslında bizim kendi yansımamızdır."

Evet, işte yukarıda anlattığım bilgisayar örneğinde olduğu gibi ortak bir veri tabanımız var. buna bağlı tüm bilgisayarların kullandığı bir veri tabanı.
Yaşam senaryomuzda gördüğümüz tüm aktörler ve sergilenen davranışlar aslında biz insanların bugüne taşıdığı ve halen tekamül safhasını gerçekleştiremediği, tedavi edilmesi ve iyileştirilmesi  gereken alanlardır.

Unutmayın, bunları tamamen çözmeden "Hiçliğe" ulaşmak mümkün değildir.

Bir başka şekilde dile getirirsek; aslında yüz yüze geldiğimiz, yaşadığımız olay, bizimde bilinç altımızda bulunan ve henüz temizlenmemiş bir alandır. 
Server'da ki çöptür, daha doğrusu virüslü bir dosyadır. Ancak, ondan kurtulabilirsek tekamül yolunda biraz daha mesafe kat etmiş oluruz.

Bundan kurtulmanın yolu da yukarıda bahsettiğim "Ho o pono pono" yöntemini uygulamaktır.

Bu yöntemin açılımı şudur;
Başkasında karşılaştığımız kötü duygu ve düşünce, tenkit ettiğimiz her ne ise aslında bizim bilinç altımızda, bizde olan bir duygudur. Sadece, o ana kadar karşılaşmamışızdır, ortaya çıkmamıştır.

Yapılacak olan şey çok basittir.
Sadece 4 kelime;
"Sorry", "Forgive me", "Thank you, "Love you"...

"Özür dilerim", Beni affet", "Teşekkür ederim", "Seni seviyorum"...

Tüm karşılaştığımız olumsuzluklarda, tek yapılacak şey bu 4 kavramı dile getirmektir. Tekrarlayabildiğiniz kadar tekrar edin. Önceleri belki anlam veremiyeceksiniz, ama siz yılmadan tekrar edin. Göreceksiniz ki, gözlerinizi yeni bir dünyaya, yeni bir farkındalığa açacaksınız. 
Sadece, bu 4 kavramı tekrar edin... neden söylediğinizi anlamaya ve kavramaya çalışın, içselleştirin.

"Özür dilerim", Beni affet", "Teşekkür ederim", "Seni seviyorum".

Bu yöntemi kullandığınızda inanamayacağınız kadar hızlı ve etkin yol alır, huzur bulursunuz.

Burada yapılan aslında bir bakıma insanın kendi kendisine terapi yapmasıdır. 
Kötülüklerle yüzleşmeyi öğrenmesi, af dilemeyi öğrenmesi, kötülükle yüzleştiği için ne kadar şanslı olduğunun farkına varması ve son olarak sevgiyi tüm hücrelerinde duymasıdır.
Tekamül için önünüzde bulunan tüm engellerden kurtulma, hiçliğe ulaşma yolunda, hızlı mesafe kat etmenin en kolay yoludur.

Özetleyecek olursak, "Sevgi" denen sihirli kelimenin gücünü öğrenmektir.

Bu da "Sevgi" nin, her an  düşüncenizde, dilinizde ve davranışınız da olmasıyla mümkün olacaktır.

Sevgiyle kalın......