14 Temmuz 2018 Cumartesi

GELECEĞİ GÖREBİLİR MİYİZ?

İnsanoğlu var olduğu günden bu tarafa, sürekli geleceği bilmek ve görebilmek üzerine çaba harcamıştır. Bilinmeyeni bulma gayreti hiçbir zaman insanlığın gündeminden çıkmamıştır.

Daha önce değişik başlıklar altında yazdığım yazılarda bu konuya değinmiş, kahinler, falcılar, duru görücüler gibi geleceği  görebilen özel yetenekli insanlardan bahsetmiştim.
Bu yazımda konuya biraz daha farklı bir açıdan yaklaşıp, hem felsefi boyutunu, hem de günümüzde birebir yaşayıp şahit olduklarımız ile birlikte harmanlayarak anlatmaya çalışacağım.

İnsan varoluş sebebi gereği geçmişe ait bilgiyi bilinçaltında muhafaza eder ve kader çizgisi çerçevesinde de, geleceğine ait ana rotası veya yolu da bellidir. Geçmişle ilgili zaten olan olmuş, geçmiş ve bitmiştir ancak, gelecek için kader çizgisi çerçevesinde ve kuantum kavramının devreye girmesi ile farklı seçenekler olabilmektedir. Özellikle duru görü sahibi kişiler, seçenekler içinde en yüksek şansı olanı görürler, ancak bu istisnai de olsa her zaman gerçekleşmez.

Dolayısı ile geçmişi bilmekle, geleceği görmek arasında az bir nüans farkı vardır ki, bunun sebebi de yukarıda bahsettiğim kuantum' un yarattığı farklılıktan kaynaklanmaktadır.
(Bu noktada kuantum için kısa bir hatırlatma ve tekrar yapmakta fayda var; Kuantum özetle, düşünsel alanda karar alma aşamasında seçenekler arasında en üst noktada odaklanılan düşüncenin gerçekleşme olasılığı diye de tarif edilebilir.)



Şimdi, esas konumuz olan geleceği görmek konusunda, bir beyin fırtınası yapalım. 
Acaba, duru görü sahibi kişiler, bunu nasıl başarabiliyor?
Geleceği görme yeteneği olan insanlar, doğuştan enerji alanlarının gücü ve genişliği sayesinde, o alana giren insanların enerjilerini okumaktan başka bir şey yapmıyorlar. Tıpkı kuvvetli bir radyo alıcısının, tüm kanalları net şekilde çekip, yayını alması gibi.

Dolayısı ile enerji konusu, burada da ana gündem maddesi olarak önümüze çıkıyor. Biz insanlar da dahil olmak üzere, çevremizde ne görüyor isek, bir enerji ve enerjinin değişik şekillerde tezahürü. Dolayısı ile enerjiyi okumak konusunda yeteneği olan kişiler, kendi dışındaki enerjiyi okuyup anlamlandırıyor, bunu başarabiliyorlar.

Peki bu nasıl olacak, duru görü sahibi kişiler özel yetenekleri var, yapabiliyor ama bizler de yapabilir miyiz?
Aslında bu yetenek tüm insanlarda olan bir şey, hepimizin alt yapısında bu var ama maalesef bunu kullanamıyoruz veya bir başka ifade ile kullanmayı bilmiyoruz. 

Ancak, içinde bulunduğumuz Altın çağın özelliği ve insanlık aleminin her geçen gün kat ettiği mesafe, bizi bu yeteneğin ortaya çıkmasına adım adım yaklaştırıyor.

Geçmiş yazılarımda sıkça bahsettiğim bir noktayı, tekrar olmakla birlikte, burada hatırlatmak isterim; fiziki alemde bulunma sebebimiz ruhumuzu tekamül ettirmek. 

Peki, bu tekamül dediğimiz şeyin son noktası, ulaşılacak nokta neresidir? 
Tekamül sonunda ulaşacağımız nokta enerjiyi manipüle etmeyi öğrenebilmek, yani düşünce gücünün enerjisi ile iletişim kurmak, fiziki boyut dışına çıkmak, fiziki alemden kurtularak başka bir boyuta geçmek. Aslında şu anda da bir çok kişi, bunu bilerek veya bilmeden gerçekleştiriyor. Telepati dediğimiz kavram, bunun en basit örneğinden başka bir şey değil.

Esas önemli soru bu yeteneğin nasıl geliştirilip kullanılacağında. Bu noktada en önemli enstrüman algılarımız. Algıların açık olması veya açılması ile zaten enerjiyi maniple etmeye başlamışız demektir. Düşünerek yaydığımız enerjinin gücü ile bir çok şeyi yapmak mümkündür. Bugün itibariyle çevremizde her geçen gün yeni olaylar duymakta ve örneklerle karşılaşmaktayız. En azından şöyle bir çevrenize bakın, sanırım bu tecrübeyi yaşamayan kimse olmamıştır. Her geçen gün birilerinden duyarsınız, "Tam seni düşünüyordum, beni aradın". Bu söylem aslında, çok basit bir şekilde enerjinin manipülasyonundan başka bir şey değildir. 

Buraya kadar her şey tamam da algı gücümüz nasıl gelişecek sorusuna nasıl cevap bulacağız?
Ruhumuzu tekamül ettirmenin, algıları açmanın bir başka ifadesi olarak da adlandırıbiliriz
. Dolayısı ile ruhsal dünyanızı ne kadar zenginleştirir ve ruhunuzun tekamülü için çaba harcarsanız, bu yolda adım atmaya başlamışsınız demektir.
Ruhumuzu tekamül ettirmek için yapılacaklar ise aslında basit ama fiziki alemin kargaşası içinde ve tuzaklı yollarında uygulanması zor şeyler. 

Gelin bunların bazılarına, bize yol gösterecek köşe taşı diyebileceğimiz bazı uygulamalara göz atalım;
Fiziki aleme çok bağlı insanların, yani materyal düşünceye sahip kişilerin maalesef algıları kapalıdır ve onların tüm dünyası fiziki alemle sınırlıdır. Onun için fiziki alemin esiri olmadan, ruhsal aleme de yatırım yaparak yaşamayı bir yaşam felsefesi haline getireceğiz.

Tüm kötü duygu ve düşünceleri yaşamımızdan çıkarmaya çalışıp, tolerans ve hoşgörü kavramlarını hayatımızın merkezine yerleştireceğiz.

Mutlu olmak demenin, her şeyin yolunda olması demek olmadığını, mutluluk denen şeyin aslında bazı şeyleri görmezden gelme konusunda uzmanlaşmak olduğunu bileceğiz.


İnsanları dil, din, ırk, coğrafya, renk, zengin, fakir, gibi hiçbir ayrımcı kavramla nitelememeyi, yani sınıflandırmamayı öğreneceğiz.

Burada tekamül konusunda, yapılacak daha bir çok kavramı sayabiliriz ama ben özetle çok önemli birkaç tanesini sizlerle paylaşmak istedim.

Sonuç olarak, algılarımızı açmak istiyorsak; insanları, hatta tüm canlıları bizden bir parçaymış gibi seveceğiz. Özetle sevgiyi yaşamın odağı haline getireceğiz.

İşte bunları yaptığınızda algılarınız açılacak, geleceği okuma, tahminler yürütme konusunda çok ciddi mesafeler kat edeceksiniz. Daha da önemlisi; insanların düşüncelerini okumak yanında, varoluş, evren ve evrenler gibi kavramların olduğu büyük resmi görmeye ve anlamaya başlayacaksınız.

Şimdi sorun kendinize, bütün bunların sonucunda ulaşacağınız nokta için yukarıda saydığım şeyleri yapmak için, az da olsa bir gayret göstermeye değmez mi?

Gelin bugünden tezi yok, sizde hayatınızda bir değişiklik yapın ve tez zamanda bu yola çıkın.... 

Bakın bu yolda ilerledikçe, ne güzellikler göreceksiniz...

8 Temmuz 2018 Pazar

ARADA BİR NEFES AL...

İçinde bulunduğumuz fiziki alem, ilahi düzenin gereği tüm aktörlerine, yani bizlere zorlu ve meşakkatli bir yaşam sunar. 
Bunun sebebi de aslında ilahi düzenin bizzat kendisidir. 
Çünkü, fiziki aleme gelmeye karar veren herkes, daha önceden belirlenen bir senaryoyu hayata geçirmek için bu aleme gelmiştir.
Aslında bir imtihandır, tüm senaryomuz ve yaşadıklarımız.
Ancak, önceki yazılardan hatırlayacağınız gibi bu hayata adım attığımız gün, ne yazdığınız senaryodan, ne de geçmiş bilgilerinizden haberdar oluyoruz. 
İşte püf noktası da tam burası; kurallarını ve nasıl oynanacağını bilmediğimiz bir oyun seçip, onu öğrenmek ve oynamakla geçen bir ömür, zaten bütün zorluk da buradan kaynaklanmakta....

Şöyle bir düşünelim ve soralım; hiçbir şey bilmeden bir şeye başlamak mı, yoksa bir ön bilgi sahibi olup, yola devam etmek mi?
Az da olsa bir ön bilgi ile yol almak, sanırım hepimizin hemfikir olacağı bir konu. En azından bilgi az da olsa, ne ile karşılaşabileceğimiz konusunda bir hazırlık şansımız olur.

Peki, şimdi soracaksınız,  yaşamımız hakkında önceden nasıl fikir sahibi olacağız?
Burada yine bir hatırlatma yapmak istiyorum;
Tüm ezoterik öğreti ve inanç sistemlerinde ortak bir nokta var ki, o da "kendini tanı", "kendini bil" felsefesi, yani, "ben kimim?" sorusunun cevabı.
Evet, burada referans olarak gösterilen kendini tanımak düşüncesi aslında bize şunu söylemek istiyor; ey insanoğlu, bu fiziki aleme geldin ama neden geldiğini biliyor musun? 
Zira, eğer belli bir fiziki yaş ve olgunluk safhasında bunu kendine sorup, araştırır ve bu yaşamda neden bulunduğunu anlarsan, işte o zaman aradığın şeyi bulacak ve yaşama eskisinden farklı bakacaksın. 
Dolayısı ile kendini bilmek, kendini tanımak aslında bu yaşamdan ne istediğinin cevaplarının bulunduğu kapalı bir kutu ve o kutu, bizim onu açıp bakmamız için sürekli yanı başımızda duruyor. Bizimle beraber, bizim içimizde... sakın başka bir yerde aramayın, eğer arasanız bile, inanın nafile çabadan öte bir şey değil... Tek yapılması gereken onu keşfetmek ve açıp içine bakmak.. Bulacağınız şey yaşam senaryonuz olacak ve o senaryodan alınacak dersleri irdeleyerek onunla yaşamayı öğrenmek...

Duyar gibiyim, soruyorsunuz... tamam güzel hoş ama bu kutuyu nasıl bulacağız, içindekileri nasıl okuyacağız?
Bugün yazımın başlığı aslında bu sorunun cevabını içinde saklıyor..., "Arada bir nefes al"...
Yaşam ilahi düzenin gereği bir koşuşturma içinde geçer ve bu insanlık tarihinin başlangıcından böyle süregelmiştir. Hatta bu koşuşturma içinde bulunduğumuz Altın Çağın da gereği olarak, zamanın çok daha hızlı aktığı, bilginin logaritmik olarak arttığı bir dönemin tam da kendisi... 
Eğer, bir örnek vermek gerekirse ben bunu trafiğin hızla aktığı otobana benzetiyorum.. Nasıl ki, otoban trafiğine katılıp suratle giderken, çevrenizde ne olup bittiğinin farkına varamaz iseniz, yaşamda insanı tıpkı böyle bir girdabın içine çeker. İşte nasıl ki otobanlarda belli kilometrelerde dinlenme alanları varsa, yaşamda da dönem dönem dinlenmeye ve insanın kendi kendine kalması gereken zamanlar vardır. Tek yapmamız gereken bu zamanları yaratma konusunda bir refleks kazanıp, alışkanlık haline getirmeliyiz. Ara sıra günlük yaşamın kaygılarından uzaklaşıp gözlerimizi kapatmalı ve tefekküre dalmalıyız. İşte böyle zamanlarda kendimize "Ben neden bu dünyadayım?" sorusunu sorarsak, inanın bana cevaplarını da bir bir bulacaksınız.

Onun için, yaşamın hızlı girdabından arada bir çıkalım ve derin bir nefes alalım... bir duraklama, kısa bir ara, bir düşünme zamanı, kısacası kendimiz ile baş başa kalma zamanı.
Sonuç olarak, bence aklımızdan çıkarılmaması gereken şey, bütün bunları yaparken aktörün biz olduğunu unutmamak...
Unutmayın, bunları biz yapacağız, soruların cevaplarını biz bulacağız. Çünkü aradığımız şey biziz... kısacası kendimiz...