12 Şubat 2017 Pazar


BİLİNMEYENE BİR BAKIŞ

Ruh veya Ruhsal alem dediğimiz zaman hepimiz kendimize göre yorumlar yapıyoruz.

Ruhsal alem, bilinmezliklerle dolu bir alan olduğu için anlatımlarda kimi zaman tahminler, kimi zaman şüpheyle yaklaştığımız bir konudur. Hep şüpheyle bakılmış, sorgulanmış, hakkında bir çok spekülasyon yapılmıştır. Hele ki, konu metafizik veya bir başka ifade ile spritüel olunca durum daha da karmaşık bir hale gelmektedir.


İsterseniz, bu karmaşık durumu izah edebilmek için kavramları biraz daha açarak ruhun ne olduğu ve tarifi ile yola devam edelim.


Ruh, din ve felsefede, insan varlığının maddi olmayan tarafı ya da özü olarak tanımlanır ve genellikle bireysellikle eş anlamlı olarak değerlendirilir. Teolojide ruh kişinin ilahîliğe iştirak eden yanı olarak tanımlanır ve genellikle bedenin ölümünden sonra kişinin varlığını sürdüren parçası olarak ele alınır. Semavi dinlerdeki tüm kutsal kitaplarda, ezoterik bütün öğretilerde ruhtan doğrudan bahsedilir, ruhun özü anlatılmaya çalışılır.

Örnek vermek gerekirse:
Hz Musa ya indirilen Tevrat'ta;
''Rab' bin Ruh' u, Tanrı' nın Ruhu'' kavramları vardır, bu da melekleri ve meleklerin gelişini ifade eder.


Hazreti Davud’ a indirilen Zebur da;
'' Kutsal ruh tanrının meleğidir ''


Hazreti İsa'ya indirilen İncil de;
(Elçilerin İşleri 1/8), (Elçilerin İşleri 2/1, 4), (Luka 1/19) (Luka 11/13) ,(Luka 12/11,12) bölümlerinde ''Kutsal Ruhtan'' bahsedilmektedir.

Kuran' ın Bakara, Maide, Mümin, Sad, Meryem, Enbiya, Nahl, Hac surelerinde ruhla ilgili birçok bahis ve bilgi vardır.


Enbiya suresinde;
''Namusunu koruyan Meryem'i de hatırla ki, emrimizle vücuda gelen bir ruhtan ona üfledik; Onu ve oğlunu alemler için bir ibret kıldık''

Sad suresinde;
“Rab'bin meleklere şöyle demişti: Ben çamurdan bir insan (Adem) yaratacağım, onu kıvama erdirip içine Ruh'umdan üflediğimde, önünde secde ederek eğilin’’
''Ruh, Rabbimin emrindendir'' yüce fermanıyla anlatılır.
O; âlem-i emirden gelmiş canlı ve şuurlu bir kanundur.
Ezeli kudret sahibi olan yaradan, ona harici bir vücut giydirmiştir.

İsra suresinde;
De ki; '' Ruh rabbimin emrindedir''

Böyle ise yani yaşayanlar, ölülerden doğuyorsa bundan, ruhlarımızın orada olduğu sonucu çıkmaktadır.
Ruh, en çok tanrılık olana, ölümsüz olana, sonsuzluğa, yalın olana, dağılmayana benzer.
Beden ise en çok insanlık olana, ölümlü olana, kısıtlı şekilli olana, dağılana benzer. İnsana ölüm yaklaşınca ölecek olan bedendir. Sonuç olarak ruhun ölümsüzlüğü mutlaktır.
Kısacası, kutsal kitaplarda ruh ortak lisan olarak kullanılmış ve ruhların varlığı değişik şekillerde ifade edilmiştir.

Kutsal kitaplarda ruhun ölmezliğinden bahsedilerek , 3 boyutlu dünyaya gelişi ile bedene bürünme hali de açıklanmıştır.


Peki, nedir bu elle tutulamayan görülmeyen şey, gelin biraz daha açıklamaya çalışalım.

Bakın, MÖ 400 yıllarında yaşayan Eflatun, (Platon) beden ve ruh ilişkisini nasıl tanımlıyor?

Ruh, bedenle beraber bir şeyi incelemeye giriştiği zaman beden kendisini aldatmaktadır. Çünkü bedenimiz, kendisini beslemeye muhtaç olduğumuz için binlerce güçlüklere neden olur. Ayrıca, her çeşit istekler, tutkular, korkular, kuruntular bizi hakikati araştırmaktan uzaklaştırmaktadır. İnsanları bu duruma getiren sebep, ihtiyaçların kölesi olan bedendir. Bu nedenlerden dolayı bir şeyi gerçek olarak bilmek istiyorsak bedenden ayrılmamız, yalnız ruhla, nesneleri kendiliklerinde görmemiz gerekir. İşte ancak o zaman bilgeliğe kavuşulur; fakat bu kavuşma, yaşarken değil, mantıklı düşündüğümüzde görebileceğimiz gibi öldükten sonra gerçekleşir.
Ruhun, bu dünyayı terk ederek ahrete gittiği, oradan da gene dünyaya geldiği, böylece ölümden yaşama döndükleri fikri eski bir görüştür. Çünkü orada olmasalardı yeniden dünyaya gelemezlerdi.

Eflatun, hakikati bulmak için insan, bitkiler, hayvanlar özetle bütün doğan şeyleri incelediğimizde bütün şeylerin benzer şekilde yani kendi karşıtlarından doğduklarının görüldüğünü belirterek "Diyalektik Yöntemi" yani akıl yürütme yöntemini kullanmaktadır.
Eflatun’un bu analizinden çıkan sonuç, yaşama bir dönüş olduğudur.
Öğrenmenin bir anımsamadan başka bir şey olmadığı doğru ise şimdi anımsadığımız şeyleri önceki bir zamanda öğrenmiş olmamıza bir delildir. Ruh, bir insan şekli ile yani bedenle birleşmeden önce bir yerde var olmamış olsaydı bu gerçekleşemezdi. Ruh, görülmeyen bir varlık olarak bedenle birleştiği zaman bedenin istekleri doğrultusunda asla aynı kalmayan şeylere doğru çekilip sürüklenir. Ruh ve beden beraber olduklarında nizam bedene köleliği ve boyun eğmeyi, ruha ise komutanlığı ve efendiliği verir.

Kısaca söylemek gerekirse, ruh bedende misafir ve geçicidir. Ruh kendi evrimi içinde bir çok kez değişik bedenlerde tezahür edebilir.

Bu “İlahi Düzen' nin" gereğidir. Bu, bilgi dostlarının, erenlerin hakkıdır. İlahi Nizamı ve Hakikati arayanlar, ruhlarını beden deneyimleri içinde yaşadıkları zorlukları tevekkülle göğüsleyerek arıtır, bilinçlerini kendi içlerine çevirerek yoğunlaşmasını sağlar, tutkularını yatıştırır, aklı dinler ve ondan ayrılmazlar. 


Ruhun ölümsüzlüğüne ulaşmak ancak büsbütün arınmış olana nasip olur. Yaşamları boyunca böyle yaşayarak sonunda kendi özlerine ulaşacaklarına ve maddi dünya cefasından kurtulacaklarına inanır, hakikat olanı, tanrısal olanı kendilerinde, ruhlarında doya, doya seyrederler. Ölümsüz olan aynı zamanda yok olmayansa, ruhun da ölüm kendisine geldiğinde yok olması imkansızdır.
Fakat, ölmez olan yok olmaz ve ne ise öyle kalır ve işte bu ruhtur.