21 Nisan 2017 Cuma

NEFS VE VİCDAN

Bundan önceki yazılarımda dualite prensibinden bahsetmiş ve insan denen varlığın maddi alemdeki yaşamında nasıl bir rol oynadığını sizlerle paylaşmıştım.

Şimdi,  "Nefs ve Vicdan" ikilisinin, dualite prensibinin hayata geçirilmesinde, nasıl bir rol oynadıklarını birlikte görelim.

Spritüel alem konusunda araştırma yapanlar veya bu konuya ilgi duyan herkes, maddi alemin, ruhun tekamülü için bir test alanı olduğunu bilir. 


Maddi aleme,  ruhsal tekamülümüz için yeniden gelir ve daha önce anlatıldığı gibi hazırladığımız veya hazırlanmasında müdahil olduğumuz yaşam senaryomuzu hayata geçirmek için bedenleniriz.


Hazır yeniden bedenlenmeden bahsetmişken, burada bir noktayı dile getirmek isterim;
Toplumun genelinde, insanların dünyaya eşit olarak geldikleri yönünde, çok yanlış bir kanaat vardır.
Bunun, ne teoride, ne de pratikte mümkün olmasına hiçbir şekilde imkan yoktur. Bu aslında varoluş felsefesinin temeline de aykırıdır.
İsterseniz, bunun neden mümkün olmadığını izaha çalışalım.
Öncelikle, her varlık geldiği boyuttan (Spatyom alemi) farklı tekamül seviyesinde maddi aleme gelir.
İkinci olarak, dünyaya yeniden gelen her varlık, kendisinin belirlediği bir senaryoyu yaşamak için farklı bir rol ve o rolün gerektirdiği donanımla gelir.
Bu donanımın, hem fiziksel, hem de ruhsal olarak bir başka varlıkla aynı olması, zaten mantıken mümkün değildir.
Dolayısı ile, gerek ilk çıkış noktaları, gerekse yaşayacakları senaryo itibariyle, birbiri ile alakası olmayan varlıklar olarak dünyaya geliriz. 


Sonuç olarak, dünyaya gelirken eşit olabilmek, ne fiziki, ne de ruhsal seviye manasında mümkün değil ve evrenin, ilahi düzen kurgusuna tamamen aykırıdır.

Doğduğumuz günden itibaren, yaşam süremiz boyunca bir çok olay yaşar ve deneyimleriz. Tüm yaşananların bir tek sebebi var ki, o da tekamül edebilmek, ruhumuzun tekamülünü sağlamaktır.

Bu tekamülü gerçekleştirebilenler, spatyom alemine geçtiklerinde, yani ölüm sonrası alemde, yapacakları muhasebeleşmede başarı sağlayıp, daha üst boyutlara doğru ilerleyebilmektedirler.

Peki, bu döngünün içinde vicdan ve nefs kavramları nasıl rol oynamaktadır?


Dualite prensibini hatırlayacak olursak; iyi - kötü, acı - tatlı, güzel – çirkin ve benzeri zıtlıklar üzerine kurulu bir sistem olduğunu daha önce izah etmiştik. 
Şimdi içinde dualite prensibini barındıran nefs dediğimiz şeyin ne olduğuna bakalım. 

Nefs; öz varlık, kişilik, ruh manasına geldiği gibi, aynı zamanda insanın fiziki tüm ihtiyaçlarının bütünü olarak da izah edilebilir.
Nefs aslında dualitenin bizzat uygulama alanıdır.


Konuya dini yönüyle bakacak olursak;
Şems suresinin ilgili ayetlerinde nefs doğrudan tarif edilmektedir.
Varlığın nefs' inin iki taraflı olduğunu dualite ile izahen ayet mealen şöyle der;
"İlahi bir düzen içinde nefs' e biçim veren güç, içinde kötülüğü emreden bir taraf ve o kötülükten uzak durmayı emreden bir taraf olmak üzere iki zıt kutup üretmiştir"
Bundaki amaç çok açıktır, tekamül sürecimizde dualitenin çalışması için bu bir gerekliliktir.
Peki, bu iki zıt kutup arasında tercihler hangi yönde ve nasıl gelişecektir? Bu gelişme, iki zıt kutup arasında terazi vazifesi gören vicdan mekanizması ile hayata geçmektedir.

Vicdan konusunu inceleyecek olursak;
Vicdan, varlığı kendi davranışları hakkında bir yargıda bulunmaya iten, kişinin kendi ahlak değerleri üzerine, dolaysız ve kendiliğinden yargılama yapmasını sağlayan güç olarak adlandırılabilir.
Nefs doğası gereği sınırsız fiziki istek ile negatif ve kötü duygulara meyilli olarak şekillenir. 

Bütün bu istek ve mücadele sırasında, vicdan, kimi zaman fren, kimi zaman terazi, kimi zaman doğru yolu gösterme  görevini üstlenir.

Her insanın nefsinde ilahi düzenin gereği mutlaka kötülük vardır. Nefs’ in bu kötülükten temizlenmesinin tek yolu ise, insanın kötülüğün varlığını kabul etmesi ve ilahi düzenin gösterdiği biçimde vicdan mekanizması ile ondan sakınmasıdır.
Bu mekanizma, bir başka ifade ile terazi veya filtre sistemi bir tek şeyden beslenir. Tanrı veya bir yaradan inancı....

Belki bu noktada yeri gelmişken şeytan denen olgudan da kısaca bahsedelim. Nefs’in kötü tarafına bizi iten kuvvet “şeytan” diye adlandırdığımız bir kavramdır. Aslında, nefs’in zayıf tarafına meyil etmemize sebep olan düşünsel olguya verilen isim de diyebiliriz.
Bu konuyu, ileride kötü enerji ve enerji emiciler bahsinde, çok daha geniş olarak bahsedeceğiz.

İnsanlık tarihinde, insan bilincinin gelişme safhasının en başında, insan, tanrı kavramını geliştirme ihtiyacı duymuş ve insanlık tarihi boyunca değişik tanrı kavramlarını hayata geçirmiştir.
Bu insanın maddi gelişimi ile birlikte ruhun tekamülü için bir vaz geçilmez olarak, ilahi düzen tarafından devreye alınmıştır.
İlk insanlarda tanrı kavramı doğa güçlerine yönlenmiş, zamanla gökyüzünde yıldız, ay, güneş bu rolü üstlenmiş, doğada bulunan bir çok şeye inanılmış, putlar yaratılmıştır.
Son birkaç bin yıl boyunca semavi dinler gelişmiş ve tanrı kavramı farklı bir boyuta geçmiş, ruh, öbür dünya kavramları hayatımıza girmiştir.
Netice olarak tüm inanç sistemleri ve ezoterik öğretilerin temelinde tanrı inancı var olmuştur ve olmaya devam edecektir.

Tanrı veya yaradan inancı vicdan için bir gerekliliktir. Bu inanç vicdanı kuvvetlendirir, vicdan mekanizmasını geliştirerek, tekamül planının gerçekleşmesine yardımcı olur. 

Vicdan mekanizmasının gelişmesi, insanın kendini sorgulaması ve kendini tanıma gayreti, nefs’in kötü taraflarının görülüp irdelenmesi ve düzeltilmesine olanak tanımış ve tekamülde daha hızlı yol kat edilmesini sağlanmıştır. 
Onun için, ruhsal tekamülümüzde "Kendini tanıma veya kendini bilme" söylemi çok önemli bir rol oynar. Kendini tanıyan kişi özellikle kötü yönlerini görüp onları düzeltmek için gayret gösterir.
Zıtlıklar arasında gidip gelen ruh kötüye meyil her davranışında vicdanın gelişmişlik seviyesine göre ikaz alır. 
Eğer, vicdan terazisi kuvvetli ve dolayısı ile kötü duygu ve davranışları filtreleyen sistem iyi ise, kötü duygu ve fiziki arzular bu filtreden geçemez.

Vicdanını geliştiren, kuvvetlendirebilenler için tekamülün kapıları daima açık olacaktır. Bunu becerebilen, hayata geçirebilen varlıklara spatyom aleminin daha üst safhaları da açılmış demektir.
Dikkat ederseniz, nefs konusunu anlatırken, fiziki isteklerin nefsi kötü yönde tetikleyen önemli unsurlar olduğunu söylemiştik.
Dolayısı ile maddi dünyaya, yani fiziki dünyaya çok bağlanmış insanların, vicdan terazilerinin çok iyi çalıştığını söylemek mümkün değildir. 


Maddi dünya aleminde, öncelikleri fiziki alem ve madde olanlar için tekamül süreci, daha uzun ve zorlu bir süreçtir.
Zira bu insanlar henüz kendini tanıma, yüzleşme safhasını geçememişler, halen maddi dünyanın değerlerine bağlı, hatta onun esiri olmuşlardır.