9 Ocak 2017 Pazartesi

KENDİMİZİ NASIL TANIYACAĞIZ?

KENDİMİZİ NASIL TANIYACAĞIZ?

Spritüel âlemin kapısını aralamak için yapılması gereken ilk ve en önemli şey insanın kendini tanıması ve bu yolda göstereceği gayrettir.

Tabii ki, kendini tanımak için önce nereden geldiğimizi, içinde yaşadığımız, yaşam dediğimiz 3 boyutlu âlemde neden bulunduğumuzu sorgulamamız gerekir.

İsterseniz bugün pozitif biliminde büyük bir çoğunlukla üzerinde mutabık kaldığı ‘’Büyük Patlama’’ Big Bang’’ teorisinden kısaca bahsederek esas konumuza geçelim.

Big Bang (Büyük Patlama), teorisi yaklaşık 14 milyar yıl önce evrenin sonsuz yoğunluk ve aşırı sıcak bir ortamdan geldiğini savunan bir teoridir.

Bu teori başlangıçta evrenin ufak bir noktadan oluştuğunu ve hızla genişleyerek bugünkü halini aldığı bir durumdur. Büyük patlama ifadesi genişleme olayının şiddetine vurgu yapmak için kullanılmıştır, bir noktada oluşan patlamayı kastetmemektedir.

Bugün tüm evrende gözle görülür elle tutulur her ne varsa bu patlama sonrası oluşan çok, çok küçük diye tarif edebileceğimiz enerji parçacıklarının milyarlarca yıl boyunca elementlere dönüşmesi, onların birleşmesi ve kısacası yaşadığı değişim ve gelişim ile oluşmuştur.

Burada sizlere Big Bang’ i daha fazla anlatıp ana konumuzdan sapmak istemiyorum. Big Bang hakkında daha detaylı bilgiyi internet ortamında yüzlerce kaynak ve bilimsel yayından takip edebilirsiniz.

İşte, bugün bizler Big Bang sonrasında milyarlarca yıl boyunca geçirdiği evrim ile oluştuğu bilinen en gelişmiş varlıklarız.

Kısacası, bugün tüm bilim insanlarının üzerinde hemfikir olduğu bir şey var ki, bizler birer enerji parçasıyız.

Peki, bu boyutta neden varız, ne yapıyoruz?

Yaşadığımız ve 3 boyutlu algıladığımız dünyada bulunmamızın tek bir sebebi var. Ruhumuzu geliştirmek, deneyimleyemediğimiz şeyleri yaşamak ve bu temelde daha ileriye gidebilmek.

Kısacası, içinde bulunduğumuz boyut veya bir başka ifade ile âlem ruhumuzu geliştirmek için bize bahşedilmiş bir oyun alanı.

Bu konularda daha ileri gidebilmek; aradığımız, öğrenmeye çalıştığımız büyük resmi görebilmek ve anlamlandırabilmek için mutlaka kendimizi ruhsal olarak hazırlamalıyız.

Bunu gerçekleştirmek için olmaz ise olmaz bazı şeylerin kabulü gerekmektedir.

Bunlar, öncelikle ''ruhun ölmezliği'' ve her ne şekilde tanımlarsanız tanımlayın, ''bir yüce varlığa, yaratana'' inancı gerektirir.

Kısacası, evrende bir ilahi nizam olduğunu kabul etmeyenler için burada yazılan ve yazılacak olanların bir mana ifade etmesi veya manalandırılabilmesi çok zordur.

Zira, burada elle tutulur, gözle görülür bir şeyden bahsetmiyoruz. Göremediğimiz, anlayamadığımız, bazıları için varlığı bile tartışma yaratan bir şeylerden, başka bir âlemden, hatta âlemlerden bahsediyoruz.

İsterseniz şimdi, sıkça dile getirilen bir söylemden yola çıkarak,

‘’ Hiçbir şey ölmez, Her şey yaşar ‘’ sözünü hatırlayarak ruh âleminde kısa bir seyahate çıkalım.

Çok eski bir deyiş var, şöyle der;
Yeni ve bilinmeyen bir şey söylendiğinde ve o an için özellikle gözle görülür, elle tutulur bir şey olmadıkça, söylenen şeylere önce gülümseme ile bakılır, bir sonraki aşamada şiddetle karşı durulur ve sonrasında, sanki uzun yıllardır o konuyu savunurmuş gibi sahip çıkılır.

İnsanlık âleminin çok önemli bir bölümünün yeni olan, daha önce söylenmemiş yaşanmamış konulara karşı bakışı ve yaklaşımı bu yönde olmuştur.
Maalesef bilim insanlarının çok önemli bir kısmı, çok anlamsız bulmama rağmen 3 boyutlu algıladığımız dünyamızda her şeyi materyalist bir yaklaşımla değerlendirmekte, sanki bu boyut dışında başka bir boyut veya boyutlar yokmuş gibi davranma gayreti içindedirler.

Tabii ki burada bir konuyu açıklamakta fayda var; burada bilim insanları derken tamamını kastetmediğimi, bu görüşe katılmayanları tenzih ettiğimi açıkça belirteyim.

Şöyle hafızanızı yoklayın; insanlığın var oluşundan itibaren bilinemeyen yeni olan her şeye ve alışılmışın dışında söylenen her şeye böyle yaklaşılmış olup, günümüzde de bundan çok farklı bir durum yoktur.

Bu Galileo, Kopernik, Sokrat, Pisagor, Aristo, Eflatun ( Platon), Biruni, Newton, Kepler, Einstein ve burada adını sayamadığım yüzlerce hatta binlerce düşünür ve bilim insanı yaşadıkları dönemde bu söylediklerimi bire bir yaşayan ve büyük bedeller ödemiş insanlardır.
Hele ki, konu metafizik veya bir başka ifade ile spritüel olunca durum daha da karmaşık bir hale gelmektedir.
İşte bu karmaşık duruma kendimce biraz açıklık getirmeye çalışacağım.

Madem ruhtan bahsediyoruz, isterseniz kavramları biraz daha açarak ruhun ne olduğu ve tarifi ile yola devam edelim.

Ruh, din ve felsefede, insan varlığının maddi olmayan tarafı ya da özü olarak tanımlanır ve genellikle bireysellikle eş anlamlı olarak ele alınır.

Teolojide ruh kişinin ilahîliğe iştirak eden kısmı olarak tanımlanır ve genellikle bedenin ölümünden sonra kişinin varlığını sürdüren kısmı olarak ele alınır.

Bugün pozitif bilim insanları artık materyalist görüşün bir işe yaramadığını görmüş ve yeni arayışlara geçmişlerdir. Maalesef pozitif bilim gerçeklerin arkasında kalmış, içinde yaşadığımız evrende neyi neden yaşadığımıza cevapları bulmakta zorlanmaktadır.

Özellikle, materyalist görüş her şeyi elle tutulur, gözle görülür olarak değerlendirmesi sebebiyle spritüel aleme bir mana verememektedir

Artık, kısa tarifler ve kavramların izahını müteakip esas konumuz olan ‘’Kendimizi tanımak’’ alanına girebiliriz.
Tıpkı, bir bağımlı için nasıl ki alışkanlıklardan vazgeçmek zor ise, insanın kendini tanımak için adım atması, bu alana girmesi o derece zordur.

Öncelikle beyin ve ruh olarak buna hazır olmamız, bu meşakkatli çalışmaya kendimizi hazırlamamız gerekiyor.

Peki, neden zor bir alan, neden bu alana geçmek bize zor gelecek?

Bir önceki yazımda belirttiğim gibi görmek istemediğimiz bir alana, kısacası yaşadığımız süreçte alıştığımız bize kolay gelen bir noktadan, başka bir noktaya hareket edeceğiz.

Belki hiç görmek, bilmek istemediğimiz şeylerle karşılaşıp, yüzleşmek durumunda kalacağız.

Belki de içimizde bildiğimizden daha farklı bir şeyler olduğunu göreceğiz, hiç bilmediğimiz bir benle karşılaşacağız.
Bu da doğal olarak bize zor gelecek, bocalayacağız, şaşıracağız, zorlanacağız.

Belki bazı şeyleri bildiğimizi, hissettiğimizi ama o alanlara hiç dokunmadığımızı göreceğiz. Hatta zaman, zaman korkup vaz geçtiğimiz anlar olacak ama yılmadan devam etmeliyiz.

Adım, adım bu korkunun üstüne gitmeliyiz. Yaşamda bizleri en çok zora sokan şey korkularımızdır.

Korkularımızla ne kadar çabuk yüzleşir, ne kadar çabuk onları anlamaya ve anlamlandırmaya çalışırsak yaşamın aslında çok da zor olmadığını, iç huzuru dediğimiz, kısaca mutluluk diye tarif ettiğimiz şeyi yakalamanın çok kolay olduğunu göreceğiz.

Mutluluk bir nesne olsaydı, tüm zenginler onu satın alır ve mutlu olurlardı. Mevki, konum, para, diploma, mal, mülk olsaydı bunlara sahip bütün insanların mutlu olması gerekirdi.

Peki, öyle oluyor mu, mutluluk nerede? Yaşam sevinci nerede?

Yunan mitolojisine göre, Olympus dağında toplanan tanrılar mutluluğun sırrını saklamaya karar vermişler. Çünkü, bulunduğunda değerinin insanlar tarafından bilinmesini istemişler.

Tanrılardan biri, “Onu, en yüksek dağın tepesinde saklayalım” demiş. 

Bir diğeri, “Yerin yedi kat dibine gömelim” önerisini getirmiş.
Bir başka tanrı, “Mutluluğun sırrını okyanusun en derinde saklayalım” demiş. 

Nihayet bir tanrı harika bir öneri getirmiş: “İnsanlar dağları, okyanusları, yerin yedi kat dibini keşfedecek zekaya sahip.
Ama, nedense bu zekayı kendilerini keşfetmeye, kendilerini tanımaya yöneltmiyorlar.
Mutluluğun sırrını onların yüreklerine gömelim. Nasıl olsa oraya bakmayı akıl etmeyeceklerdir.”

İşte, yukarıdaki metinde anlatıldığı üzere aslında en zor dediğimiz aradığımız şey tam olarak içimizde, sürekli bizimle beraber yeter ki, bizler ona ulaşmayı becerebilelim.

Kendimizi tanımadan; hayattan ne istediğimizi, ne beklediğimizi, kim olduğumuzu, 3 boyutlu dünyaya neden geldiğimizi bilmeden, tüm yaptıklarımızın sebebini anlamaya gayret etmeden, bizi mutlu eden şeylerin ne olduğunu, becerilerimiz, eksiklerimiz nedir gibi gözlemleri yapmadan, aradığımız iç huzuru bulmamız ve mutluluğa ulaşmamız mümkün değil.

Fiziki boyutta genellikle biz insanların yaptığı en büyük hata, yukarıda bahsettiğim üzere mutluluğu fiziksel olgularda aramak oluyor.

Maddi manada zenginliğin, varlık sahibi olmanın mutluluğu getirdiği sanılır. Ancak, istisnalar dışında fiziksel dünya zenginliğinin mutluluk getirdiği görülmemiştir.

Peki, spritüel âlemin şifresini çözecek ilk adım olan kendini tanıma konusunda neler yapmalıyız?
Eğer kadim bilgi, semavi din kitapları ve ezoterik öğretileri inceleyecek olursanız göreceğiniz ilk önemli şey ‘’Kendini Tanı ‘’öğretisidir.

Öncelikle yukarıda bahsettiğim gibi ruhen ve bedenen kendimizi buna hazırlayacağız. Kısacası bir hazırlık dönemini geçirmemiz gerekiyor.

Sonrasında aslında sıkça yaptığımız ama tam olarak ne yaptığımızın farkına varmadığımız ‘’Aynaya Bakma’’ eylemini hayata geçireceğiz.

Sanırım gün boyu hepimiz değişik sebeplerle birçok kez aynaya bakıyoruz.

Tabii ki; genelde aynaya baktığımızda hepimiz doğal olarak kılık ve kıyafetimize, saçımıza, sakalımıza, makyajımıza kısacası dış görüntümüze bakıyor, fiziki boyutu ile gözlemliyoruz.

Sorarım acaba, kaçımız aynaya baktığımızda gözlerimizin içine bakabiliyor veya başka bir ifade ile baksak bile, ne kadar süre gözümüzün içine bakışlarımızı dikebiliyoruz.

Daha doğru bir ifade ile gerçek kendimize, içimize, ruh dünyamıza bakabiliyor muyuz?

İşte kendini tanımanın, kendin ile yüzleşmenin ilk adımı bu olmalı. Aynada gözlerimizin içine bakışlarımızı odaklayıp, kendimizle yüzleşmenin ilk adımlarını atmalıyız.

Bunu gerçekleştirdiğimizde ve pratiğimizi arttırdığımızda kendimizi yavaş, yavaş bir başkası olarak görmeye başlayacağız. Bildiğimizin dışında bir ben görmeye ve onunla yüzleşmeyi öğreneceğiz.

Bir önceki yazımda sorduğum soruların cevaplarını bir, bir bulmaya başlayacağız.

Aslında bulacağımız şey gerçek kendimiz olacak.

Gördüğümüz ve yüzleştiğimiz şeyler çoğunlukla bizi şaşırtacak, aslında başka bir ben bulacağız.
Bunu isterseniz şöyle ifade edelim. Gözünüzde yukarı doğru çıkan bir merdiven canlandırın, tıpkı kenarları açık döner bir merdiven.
Bastığınız her basamağında farklı sorular olacak, yukarı çıktığımız her basamakta o sorunun cevabını bulacağız, merakımız artacak bir basamak daha çıkacağız yeni bir manzara göreceğiz.

Bulunduğumuz her basamakta görüş alanımız genişleyecek, hiç görmediğimiz bir gözle yeni şeyler göreceğiz, farklı manalandırmalar yapacağız, bu âleme neden geldiğimiz, ne yapmaya çalıştığımız gibi soruların cevapları yavaş, yavaş zihnimizde şekillenmeye başlayacak.

İşte bu bize ayrı bir şevk ve azim verecek. İçimizde basamakları tırmanma, daha yukarı çıkmak isteği aratarak devam edecek.

Sonunda kendimizi bulacağımız hedefe doğru adım, adım yaklaşacağız.