22 Ekim 2017 Pazar

BİLGİ - BİLMEK - BİLGELİK

Hepimizin yaşam boyu dilinden düşmeyen kelimeler dizisi.....

Bilgi, bilmek, bilgelik.....

Gelin öncelikle "Bilgi nedir?" sorusuna cevap arayalım.
Özet tarifi ile "Bir konu veya iş konusunda öğrenilen, ya da öğretilen şeyler." diyebiliriz. B
ilgi değişik uygulama ve çalışmaların kapsamına göre pek çok anlam içeren kompleks bir kavramdır.

Eğer genel ve daha kapsayıcı bir tarif yapacak olursak;
"İnsan aklının alabileceği gerçek, olgu ve ilkelerin tümüne verilen ad" da diyebiliriz.
Dikkat ederseniz ikinci tarifte "insan aklının alabileceği " gibi bir kavram karşımıza çıkıyor. 

Evet, fiziki dünyaya ait bilgi dediğimiz şey insan aklının alabilecekleri ile sınırlıdır. Sadece duyu organlarımız ile fiziki dünyamızda bulunan objelerle ilgili algılarımız ve duyularımız ile oluşan birikim ve açıklama biçimi de diyebiliriz. 
Fiziki dünyaya ait bilginin oluşmasında binlerce yıldır yapılan gözlem ve deneyimlerin ve bunların nesiller boyunca aktarılmasının etkisi çok büyüktür.

Ancak, ben bugün sizlere fiziki dünya bilgisinden ziyade, ruhsal dünyamızdaki bilgiden bahsedeceğim.


Şimdi aklınıza muhtemelen şöyle sorular gelecek;
Fiziki dünya bilgisi ile ruhsal dünya bilgisi arasında ne fark vardır?
Fiziki dünyanın bilgisine bile halen ulaşamıyor iken, ruhsal dünyamızın bilgisine nasıl ulaşırız?


Yukarıda bahsettiğim gibi fiziki dünyaya ait bilgi duyularımız ile algıladıklarımızın birikimi. Yani, görerek, duyarak, dokunarak, kısacası beş duyumuz ile algılananların bir bütünü.
Ancak, ruhsal aleme ait bilgi bambaşka bir şeydir. Bu bilgi kişinin mesleği, konumu, sosyal yaşamı, varlığı ile alakası olmayan bambaşka bir bilgidir. 
Burada varlığın geçmişinden taşıdığı bilgi vardır. Bu bilgi varlığın ruhsal seviyesi ve tekamülü ölçüsünde olan bir bilgidir.

Bizim için önemli olan bu bilgiye nasıl ulaşılacağıdır. Bizden başkasının bulamayacağı, anlayamayacağı bir bilgidir. Ruhsal dünyaya ait bilgi insanın kendini bilmesinden geçer. 

Sadece dünyevi alem değil, ruhsal dünyalarını da zenginleştirenler bu derin bilgi haznesinin, bir başka ifade ile bilgi kütüphanesinin kapılarını sonuna kadar açabilirler.

Fiziki dünya ile bilebildiklerimiz, bugün içinde olduğumuz bilgi çağında bile daha hiçbir şey değildir. 
Belki şöyle de ifade edebiliriz; insan denen varlık olarak henüz hiçbir şey bilmiyoruz. Maalesef günümüz toplumunda, bildiğini zanneden ama daha hiçbir şeyden haberi olmayan milyonlar var.

İşin çok daha acıklı ve üzücü olanı ise bu tarz düşünceye sahip insanların nerede ise tamamı fiziki alemin mahkumu olmuş, ruhsal dünyada henüz olgunluğa ulaşamamış kişilerdir.

Bu kişiler bildiklerini zannettikleri şeylerin doğru olup olmadığı konusunda tartışma kabul etmezler. Ayrıca, mutlak doğru diye bir şeyin olmadığını bilemeyecek kadar da cahil kişilerdir. 
Bir toplum için en tehlikeli olan da budur. 
Üzücü olan bu insanlar bir şey bilmediklerinin farkında olmayıp, tek doğrunun kendi bildikleri olduğuna derin bir inanç duymaktadır. Daha da önemlisi bu insanlara doğrunun değişken olduğunu da anlatamazsınız.

Sanırım yeri gelmişken, burada doğrunun ne olduğu tarifini yapmak gerekir ki, bu sayede söylemeye çalıştıklarım daha bir anlam kazansın.

Doğru dediğiniz şey elinizdeki bilgi ile değişkenlik gösterir. Dolayısı ile sabah doğru dediğiniz şey akşama yanlış olabilir. Çünkü, elinizdeki bilgi ne kadar değişirse, doğru da o kadar değişkendir. 
Bugün bilim dünyasında bunun canlı örneklerini her gün yaşıyoruz. Özellikle tıp alanında dünün yanlışları doğru, doğru diye bilinenleri ise yanlış oldu. İşte, bunun tek sebebi de eldeki verilerin ve bilginin sürekli artarak güncellenmesi ve değişmesidir.

Bu nedenle fiziki alem için mutlak doğru diye bir şeyin olmadığı, ruhsal dünya için ise mutlak doğrunun aranan şey olduğunu belirtmek gerekir. O mutlak doğru ki, hiçlik ve teklik olup, yegane harcı da sevgidir..

Aslında mutlak doğruya giden yolda en basit yapılacak şey Sokrates’in de dediği gibi “Bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir” düşüncesini hazmedebilmek, içselleştirebilmektir.

Bunu kabullenmiş kişiler, olayları ve karşılarındaki kişileri değiştirmek yerine, kendilerini değiştirmenin daha doğru olduğunu çok iyi bilirler.

Yine bunu kabullenmiş kişiler için en büyük bilgi, sebep aramadan mutlu olmayı becerebilmek, huzuru bulmaktır. Tıpkı sevgide tarif ettiğimiz gibi sebepsiz, nedensiz, niçinsiz huzurlu ve mutlu olabilme halidir.

Gerçek bilgiye sahip kişiler evreni ve ilahi nizamı anlayabilmek için gayret gösterir, fiziki aleme esir olmaz.

Gerçek bilgiyi arayan kişiler sürekli dünyaya neden geldikleri sorusuna cevap arayıp, dünya imtihanını başarıyla atlatmak isterler.

Bunu başarabilenler, fiziki dünyaya son derece bağlı ve tüm yaşamı öyle zannedenlere gülümseyerek, anlayışla bakabilir.

İşte bütün bu düşünceler ve bu sayede varılan nokta kişiyi bilge yapar. Bilgelik ruhun ölümsüz olduğunu bilip, bu aleme sadece ruhumuzu tekamül ettirmek için geldiğimizi bilmektir.

Bilgelik ben kimim sorusu ile kendini aramaktır.

Bilge kişi bilmenin yetmediğini, onu uygulayabilmenin esas olduğunu bilen kişidir.

Aranan şeyin, yani iç huzur ve mutluluğun maddi imkanlarla bulunamayacağını bilendir bilge.

Tıpkı Yunan tanrılarının;
"Mutluluğu insanın içine saklayalım, dışarıda aramaktan içine bakmayı akıl edemez" söyleminde olduğu gibi içine bakıp, içindekini arayıp görebilmektir bilgelik.


Özetleyecek olursak, bilgiden bilgeliğe giden yol dönemeçli ve zor gibi görülebilir. Ancak, yol haritasını ve nasıl kullanılacağını bilenler için hiç de zor bir şey değildir. 

Biraz inanç, biraz sabır, biraz gayret.... sadece bir başlangıç, atılacak bir adım..... 
Hiçbir zaman geç kalınmış değildir.... 

Unutmayın, başlanmamış hiçbir şey bitmez....