17 Eylül 2017 Pazar

KENDİMİZLE KONUŞMAK......

İnsan denen varlık fiziki aleme geldiği, yani dünyaya gözlerini açtığı andan itibaren 5 duyusu ile çevreyi tanır ve bir müddet sonra bulunduğu çevre ile iletişime geçer. 

İşte bu, yaşam senaryosundaki en önemli unsurlardan birisidir. Çünkü; önce aile, sonra bulunduğu çevre, coğrafya ve kültürle tanışması için insanın iletişime ihtiyacı vardır.

İletişim deyince bunun bir çok şekli olduğunu hepimiz biliyoruz... Göz teması, dokunma, işaret, beden dili ile veya bunlara ilaveten daha önceki yazılarımda bahsettiğim gibi tamamen enerji boyutunda yani beş duyu dışında hissederek algılama...
Bütün bunların dışında bir iletişim aracı daha var ki, o da konuşma...

Ben bu yazımda "konuşma" üzerine bazı düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Ancak konuşmanın biraz farklı bir türünden bahsedeceğim. İnsanın kendisi ile konuşması.

Başta söylediğim gibi çevreyi tanımak için iletişimin gerekliliğinden bahsettim. Ama, iletişim yaşam senaryomuzda sadece fiziki çevreyi tanımak için kullanılan bir araç mıdır?

Açıkçası, ben de uzun yıllar iletişim deyince sadece bizim dışımızda fiziki alemde ve çevremizdeki varlıklarla kurduğumuz iletişime odaklanmış, bir başka ifade ile iletişimi sadece bu boyutu ile görmüştüm. 
Ancak, spritüel alemle olan ilgim ve araştırmalarım arttıkça aslında esas iletişim kurulması gereken varlığın kendimiz olduğunun farkına vardım.

Tabii ki, dünya imtihanının bir realitesi ve gerekliliği olarak çevremizle iletişim kuracağız ve kurmalıyız da. Bu, fiziki alemin olmaz ise olmazlarından birisi olup, dualite ilkesi çerçevesinde ruhu geliştirmek için bir gerekliliktir. Fakat, gözden kaçırdığımız, çok da önemsemediğimiz veya farkına varıp da iletişim kuramadığımız çok önemli birisi var.
Kim diye soracak olursanız, cevap çok açık.. KENDİMİZ. 

Maalesef, bir çoğumuz kendimizle konuşmayı beceremiyoruz...
Aslında ruhsal dünyamızı bize tanıtacak olan; 
"Biz neyiz?", "Nereden geliyoruz?" sorularına en iyi cevap verebilecek olan kişi bizzat biziz, yani kendimiz...

Hani Yunus' un "Bir ben vardır bende, benden içeri" sözünden yola çıkarak, hiç içimizdeki bu benle konuşmak için gayret gösteriyor muyuz?
Aslında evrenin varoluşundan bu tarafa evrendeki tüm kayıtları, bilgiyi taşıyoruz ama onu okumasını bilmiyoruz. 

Ruhumuz tüm geçmiş yaşam bilgisini taşıyor, en ilkel halimizden son yaşam seviyemize kadar tüm bilgi aslında bizde... O bilgi doğduğumuz andan fiziki alemi terk edene kadar bilinç altımızda kayıtlı duruyor. 
Taşıdığımız bu bilgiyi tıpkı bir bilgisayarın "Hard disk"inde taşıdığı, ancak sadece şifresini bilenlerin girip görebildiği bilgiye benzetebiliriz. 
Bir başka örnek vermek gerekirse, bir film arşivine de benzetebiliriz, geçmiş ve gelecek tüm kayıtların saklandığı bir arşiv.
Ama gelin görün ki, biz nasıl bir hazine taşıdığımızın farkında bile değiliz. Madem böyle bir hazineye sahibiz, neden bu hazineyi ortaya çıkarmıyoruz? 

İnsanlık olarak geldiğimiz seviye artık bu bilgiyi ortaya çıkarabilecek düzeye geliyor. Hatta, farkında olarak veya olmayarak günümüzde bir çok insan bunu yaşamaya başlamıştır.

Doğamız gereği, genellikle çok önemli bir yanılgıya düşeriz.
Felsefeci yazar, C. W. Leadbeater' in dediği gibi;
"En yaygın yanılgılardan biri, algıladıklarımızın sınırının aynı zamanda algı gücümüzün sınırı olarak düşünülmesidir."

İşte bu yanılgıdan ve ön yargıdan kurtulmamız lazım ve bu çok da zor, yapılamayacak bir şey de değildir.
Atılacak ilk adım insanın kendisi ile iletişim kurup, konuşması ve kendini tanıma yolunda gayret göstermesidir.
Tek yapmamız gereken önce kendimizi dinlemek, düşüncelerimizi özenle incelemek, yaşam amacımızın ne olduğunu anlamaya çalışmaktır.

Kendimize dürüstçe sorular sorup, bu sorulara dürüst cevaplar vererek başlayabiliriz konuşmaya. Bunu yaparken kendimizle yüzleşmeye de hazır olmamız gerekir. 
Kendimizi tanımak ve bu bilgi hazinesinin kapısını aralayabilmek için en azından biraz çaba göstermeye değer, zira bunu yapabildiğimiz an inanın bir çok şey çorap söküğü gibi gelecektir...

Konuşun kendinizle, biraz cesaret biraz gayret. Bunu başarabildiğinizde içinizdeki beni daha iyi görecek, onu keşfedeceksiniz ve onun ne kadar engin bir bilgi hazinesine sahip olduğunu anlayacaksınız. Evreni anlayıp, yaşam senaryosu denen şeyin ne olduğu ile yüzleşeceksiniz. Büyük resim dediğimiz alemleri ve ilahi düzeni daha iyi özümseyeceksiniz.

Bütün bunlara az da olsa vakıf olduğunuzda, inanın bana çok başka bir hayata, çok başka bir düşünce tarzına ve yaşam görüşüne sahip olacaksınız. Daha dingin, daha huzurlu, ne istediğini daha iyi bilen birisi olarak, dünyaya neden geldiğinizi sorgulayıp bunun cevabını bulacaksınız.

Burada bilmeniz gereken tek önemli şey, bunu sizden daha iyi yapacak bir kimse veya bir varlık yok. Unutmayın, arayan da siz olacaksınız, bulan da siz.

Bunun dışında şimdiye kadar yaşadıklarınız, bundan böyle yaşayacak ve görecekleriniz sadece bir sahne dekoru. Siz sahne dekoru ve sahnedeki figüranlardan ziyade sahnedeki aktöre bakın.
O aktörün sizden başkası olmadığını keşfedin... hiçbir zaman unutmayın, yaşam senaryonuzdaki baş aktör sizsiniz...

Rolünüzün hakkını verebilmek için, rolünüzün ne olduğunu iyi bilmeniz gerekir. Eğer rolünüz belli ise ona göre prova yapar, başarılı bir oyunu sahneye koyarsınız. Aksi takdirde hiçbir ön hazırlık yapmamış bir oyuncu gibi sahneye çıkar, oyun sonuna kadar hatalar dolu bir oyun ortaya koyarsınız.

Unutmayın ki, burada ortaya konan başarısız oyundan kast edilen sizin yaşamınız. Boşa geçen, heba olmuş bir yaşam mı, yoksa, huzur ve mutluluk dolu bir yaşam mı?

Onun için, tek yapacağınız şey kendinizle konuşmak. Çekinmeyin, konuşun kendinizle. Sesli konuşun, sessiz konuşun ama bir türlü konuşun......
Göreceksiniz ki, bir çok şeyi çok daha kolay çözeceksiniz. Zira, evreni anlamak, kendini bulmaktan geçer, konuşa konuşa gerçek özünüze vardığınızda gelişim bölümünün ve bilginin gizli kapıları da önünüzde tek tek açılmaya başlar... ve yaşamınız, yaşam amacınız daha anlamlı hale gelir...