25 Şubat 2018 Pazar

BOŞA GEÇEN ZAMAN ...

Hepimizin sıkça yaptığı bir şeydir, yapılacak şeyleri ileriye ötelemek, sonraya bırakmak. Böyle davranmanın altında yatan en büyük sebep de, bu dünyadan hiç gitmeyecekmiş gibi bir duyguya kapılmaktan kaynaklanmaktadır.

"Peki, ne yapmak lazım, böyle yaşamanın ne zararı olabilir?" gibi bir soru akla gelebilir. Evet, küçük ve ehemmiyeti olmayan günlük şeyler için bu duygular geçerli olabilir. Ancak, bazı şeyler vardır ki, bunları ötelemek pek de doğru değildir.

Sanırım zaman konusunda söylenen şu sözü çoğumuz bilmektedir.
"Zaman dediğin zandır, asıl olan andır" 
Bu söz, ne demek istediğimi çok iyi ifade etmektedir.

Zaman dediğimiz şey bir algıdır. Bir başka şekilde ifade edecek olursak, yaşam senaryomuzu hayata geçirdiğimiz 3 boyutlu fiziki dünya sahnesinin 4. unsurudur. 
Yani, fiziki boyutta yaşam senaryomuzun olmazsa olmazı veya dünya denen tiyatro sahnesinin vazgeçilmezi... 

Sormak isterim sizlere, "Acaba, yaşamda bu kadar önemli olan bu zaman konusuna ne kadar değer veriyoruz?"

Ben de dahil olmak üzere çoğumuz zamanı hoyratça harcıyor, içinde bulunduğumuz anın kıymet ve farkına varamadan tüketiyoruz.

Halbuki, yukarıda da söylediğim gibi, içinde bulunduğumuz anın ne kadar önemli olduğunu bir kez tam olarak kavrayabilsek, her şey çok daha farklı olmaz mı?

Mesela, hepimizin aklında bir çok şey vardır;
yapılacak, söylenecek, konuşulacak veya buna benzer yarına ötelenen onlarca şey. Sanmayın ki, bütün bunlar zamansızlıktan veya yoğunluktan yerine getirilmez. Büyük bir çoğunluğunun ötelenme sebebi, yaşamı tam olarak algılayıp kavrayamamaktan kaynaklanmaktadır. 

Genelde düşünce sistemimiz şöyle çalışır; daha nasıl olsa önümde çok zaman var, acelesi yok, nasıl olsa sonra da yaparım.
Tamam, güzel ama burada en önemli noktayı gözden kaçırmıyor muyuz, sonra dediğimiz şeyin garantisi nedir? 

İlahi düzenin gereği bilemediğimiz en önemli şey, dünya tiyatro sahnesinden ne zaman çekileceğimiz, kısacası fiziki ölüm denen hadisenin ne zaman gerçekleşeceği değil midir?
Fakat unutmamak gerekir ki, yaşam denen şeye farklı anlam katan da bu detaydır. 
Bu noktadan hareketle önümüze şöyle bir tablo çıkıyor;
Dünyaya geldiğimiz an elimizdeki senaryoyu oynamak için bize verilen ancak bizim asla bilmediğimiz bir süre var. 
Bu öyle bir oyun ki, oyunun başlangıcı belli ama ne zaman ve nerede biteceği belli değil.

Gelin bir örnekle anlatalım... 
Bir kitap var elimizde, okuyun diye verildi bize ama deniyor ki, kitabı her an elinizden geri alabiliriz. Yani, kitabı ne kadar süreyle okuyacağımızı bilmiyoruz.
O zaman, şu şekilde düşünmemiz gerekmez mi?
Bu aleme gelme sebebimiz ruhumuzu tekamül ettirmek. Bunun için verilmiş bir yaşam senaryosu ve bilmediğimiz bir süre var. Demek ki, ruhumuzun tekamülünü en ileri safhaya taşıyabilmek için elimizdeki süreyi en iyi, en verimli şekilde değerlendirmemiz gerekiyor. Bir başka ifade ile zamanı en yararlı, en mükemmel şekilde kullanmak gerekiyor.

Kitap örneğine dönecek olursak; kitabı dikkatle, anlayarak ve mümkün olduğunca hızlıca okumamız gerekiyor. Zira, evrene ve yaşama dair kendimize katacağımız her bir ilave bilgi, her bir yaşam dersi, her bir tecrübe tekamülümüz de bizi ileriye taşıyacak önemli basamaklar olacaktır.

Her akşam uykudan önce alışkanlık haline getirin ve kendinize şunu sorun, aşağıdakilerden hangisi gününüzü en iyi tarif ediyor? 
"Bugün yine ziyandayım, bir gün daha gitti ömrümden"  veya "Bugün karlı bir gündü, kendime şunları kattım"

O zaman gelin şu "Zaman denen zandır, aslolan andır" sözünün içini dolduralım. Her anımızı değerlendirip kendimize bir şeyler katmaya, ruhumuzu zenginleştirmeye bakalım. Bunu bir yaşam felsefesi haline getirirsek, ruhsal tekamülümüz konusunda çok daha hızlı mesafe kat eder ve senaryomuzu en iyi şekilde sergileyerek bu dünyaya veda edebiliriz.

Ancak, bütün bu yazdıklarımdan şöyle bir netice de çıkarmamak gerekir. Zaman kıymetli, o halde ben her aklıma geleni yapayım, yakayım, yıkayım.... Tabii ki, hayır, kesinlikle böyle olmamalı....   

Benim yukarıda yazdıklarımın ve söylemek istediklerimin tamamı tekamül yolunda ışık tutacak şeyler için geçerli... Burada kıstasımız "ne olmalı derseniz?", size önerim "akl-u hikmeti" rehberimiz yapmak ve eskilerin söylemi ile  "Ne ifrat, ne de tefrit" deyişinde olduğu gibi aşırılıktan uzak kalarak dengeyi bulabilmek...

Kısaca şunu söylemek istiyorum; kararlarımızı alırken tabii ki aklımızı kullanacağız, bu şüphesiz ama aynı zamanda bunu ruhsal dünya terazimiz den de geçireceğiz. 
Çünkü, ruhsal dünya birikimimiz unutmayalım milyonlarca yılın birikimini taşıyor ve kısacık ömrümüzde biriktirdiğimiz bilgiden mukayese dahi edilmeyecek kadar fazla bilgi ve tecrübeyi taşıyor. Tek yapmamız gereken onu kullanmayı becerebilmek.

Unutmayın, tekamül yolunda aradığımız ve ulaşmaya çalıştığımız nihai nokta "sıfır" noktası, "hiçlik" noktası... yani ruhun dengeye ulaştığı nokta... bu noktaya ulaşabilmek için yapacağımız en önemli şeylerden birisi de zamanı iyi değerlendirmek....