17 Ocak 2017 Salı

KENDİMİZİ TANIMADA KORKULARIMIZIN ROLÜ

Kendimizi tanımanın en önemli adımlarından birisi, yüzleşmemiz gereken korkularımızdır.

Yaşamımız boyunca aslında bizi yönlendiren, istediğimiz ve yapabileceğimiz şeylerden uzak tutan, yapmayı istemediğimiz eylemleri de yapmamıza sebep teşkil eden şey, korkularımız.

Kısacası, korkularımız yaşam boyu bizi kıskacına alan, bir dişlinin çarkları arasında toz gibi öğüten, ufalayan bir kavram, aslında yaşamın tam da gerçeği.

Peki, korkularımızın ne olduğunu, neden beslendiğini veya bir başka ifade ile bizim korkularımızı nasıl beslediğimizi gelin birlikte irdeleyelim.

Doğduğumuz günden itibaren içinde bulunduğumuz aile, ülke, coğrafya, kültür, eğitim, inanç kısacası bizi çevreleyen her şey bizi belli kalıplara sokuyor.

İçinde bulunduğumuz toplum ve sosyal çevre bizi belli alanlara yönlendiriyor.

Yaşamımız, tıpkı örümcek ağı gibi bir takım doğru ve yanlışlar içinde, bulunduğumuz sosyal çevrenin ördüğü kurallar ve engeller ile örülüyor.

Doğduğumuz andan itibaren dağarcığımıza sokulan, geçmiş nesillerden taşınan kurallar ve bilgi ister istemez bizi belli formlarda geliştiriyor, belli sorumluluklar yüklüyor.

Aile, çocukluğumuz, tahsil hayatımız, sosyal yaşam, iş hayatı, statü gailesi gibi birçok kavram bizi çevreliyor.

İster istemez, bizlere bir yaşam rotası belirleniyor, şunları yap, şunları yapma gibi kurallarla yaşam yolumuzun sağına ve soluna, tıpkı dikenli tellerle örülen barikatlar gibi duvarlar örülüyor.

Sürekli birileri bizleri maniple ediyor, yönlendiriyor ve şartlandırıyor.

Hele ki, günümüzde gelişen ve küreselleşen dünyada, tüketim ekonomisinin yarattığı çılgın harcama ortamı, içinde bulunduğumuz olumsuz ortamın hazırlanmasında en büyük etkeni oluşturuyor.

Başkasında olup da, bizim sahip olmadığımız şeylere sahip olma tutkusu, bunlara sahip olamamanın verdiği başarısızlık duygusu, rekabet ve güvensizlik, bütün bu olumsuz gelişmelere ve kısacası korkularımız dediğimiz o kaotik alanın genişlemesine, büyümesine sebep oluyor.

Dikkat ederseniz, bütün bu saydığım olgu ve kavramların tamamı 3 boyutlu fiziksel dünyamız ile ilgili şeyler.

Her şeyin elle tutulur, gözle görülür bir takım şeylere sahip olmak üzerine kurulu olduğu bir dünya düzeni.

Sahip olduğun zaman mutlu olmaya endeksli, tamamen sürekli bir şeyler kazanmaya odaklı bir yaşam.

İşte burada, yaşamın ana kuralını oluşturan dualite prensibi, hayatımızda önemli bir rol oynamaya başlıyor.

Sahip olduğumuzda, istediğimiz şeyleri elde ettiğimizde mutlu olacağımızı zannettiğimiz bir yaşam formu, maalesef bilincimizin derinliklerine kodlanıyor.

Sadece bir şeylere sahip olunduğunda mutlu olunan, olanı kaybettiğinizde de mutsuz olduğunuz bir dünya düzeni.

Peki, istediklerimiz gerçekleşmediğinde, arzularımız yerine gelmediğinde ve hedeflerimize ulaşamadığımız zaman ne oluyor?

Kafamızda canlandırdığımız tablo gerçekleşmediğinde mutsuz oluyoruz, huzursuz oluyoruz ve bu iki olumsuz duygu bizleri tedirgin ediyor.

Tedirginlik geleceğimizle ilgili planlarımızın aksayacağı yönünde bir korkunun bizi sarıp sarmalamasına sebep oluyor. Tıpkı bir ahtapotun kolları arasında sıkışmış hissediyoruz kendimizi, çaresiz ve ümitsiz.

İnsanlık âleminin çok büyük bir çoğunluğunun en büyük korkusu, gelecek korkusu.
Gelecekte ne olacak, ben yarın ne olacağım, hayatımı nasıl yürüteceğim?

İşte bu noktada gelgitler yaşıyoruz, korkularımız daha derinleşiyor ve eğer kontrol edemez isek depresyona sebep oluyor, bizi doğru ve sakin düşünceden uzaklaştırıyor.
MÖ 9. Yüzyılda Ege de bulunduğu söylenen Xention tapınağı yazıtlarında şöyle bir cümle var;

‘’Tanrım bana neticesini değiştireceğim şeylerle mücadele gücü, neticesini değiştiremeyeceğim şeyleri de kabul etme gücü ver’’

İşte geleceğe dönük korkularımızı yönetebilmenin, onları kontrol edebilmenin yegane yolu bundan 3 bin yıl önceki yazıtta söylendiği gibi neyi kontrol edip, neyi kontrol edemeyeceğimizi ayırt etme noktasında başlıyor.

Yine eskilerden günümüze gelen iki söylemle bunu biraz daha açmaya çalışacağım.

Ne diyor eskiler? ‘’ Korkunun ecele faydası yok ’’ ve ‘’ Tevekkül etmek ’’

Her iki kavram aslında fiziki boyuttan ruhani boyuta bir geçişi gösteriyor.

Yaşamımızda bazı şeyleri yapabilmenin, gerçekleştirebilmenin mümkün olmadığı anlar olabileceğini, bunları olgunlukla karşılamamız gerektiğini hatırlatıyor.
Aslında bize ‘’ İlahi düzen ‘’ denen kavramı, yaşadığımız evrende ve dünyamızda bir düzen olduğunu, bu düzen içinde belli alanlarımız olduğu ve o alanlarda belli kontrolleri sağlayabileceğimizi söylüyor.

Eğer algılarımızı açabilir, bir önceki yazımda söylediğim gibi döner merdivenin basamaklarını çıkmak yönünde irade ve gayretimizi kullanırsak, yaşamımızı ve geleceğimizi aslında nasıl kolayca yönetip yönlendirebileceğimizi daha iyi anlayabileceğiz.

Kısacası, ruhsal dünyamız ile iletişim kurabildiğimiz an döner merdivenin basamaklarını ağır, ağır çıktığımızı gözlemleyeceğiz.

İşte gelecek yazılarımda bu alanların neler olduğunu, bu alanların hangisinde neleri nasıl kontrol edebilip şekillendirebileceğimizi, fiziki boyut dışında ruhsal dünyamızın bu alanın neresinde olduğunu birlikte göreceğiz.