12 Mayıs 2017 Cuma

TANRI İNANCI ve VİCDAN

Tanrı……
Yaşadığımız Evrende ve 3 boyutlu dünyamızda var olan her şeyi yarattığına ve koruduğuna inanılan yüce varlık, ilahi düzenin yaratıcısı……
Adına ne dersek diyelim; Yaradan, 
İlah, Rab, Rahman, Rahim, Mevla, Halik, Hüda, Hu, Oğan, Melik, Aziz, Cabbar, Kuddüs, Allah.

Peki, değişik tanımlamalarla ifade edilen bu kavram nasıl ve nereden gelmiş, nasıl oluşmuştur?

Binlerce yıl önceden bizlere ulaşan destan, yazılı ve yazısız anıt ve eser tanrı hakkındaki bilgilerimizin ana kaynağını oluşturmaktadır.
İliada, Altay, Ramayana, Nibelüngen,Odessa, Upanishad, Gılgamış, Alp er Tunga, Edigey gibi benzer onlarca yazılı destan günümüze kadar ulaşmıştır.

Bugün itibariyle bulunduğumuz noktada, gerek insanlığın maddi gelişimi, gerekse ruhsal dünyadaki tekamül seviyesi, insanlığı tanrı anlayışında çok farklı noktalara getirmiştir.
Bugün insanlığın tanrı kavramı tabii ki, eskiyle mukayese edilirse farklı bir noktadır. Bundaki en önemli sebep insan topluluğunun toplam bilinç ve algı seviyesinin artmasıdır.

Şimdi tanrı kavramının çıkış noktasına yolculuk yaparak, evrimini birlikte görelim. 

Allah inancı yaradılışın gereği çok önemlidir. Zira her insan, bir yaratıcının varlığına muhtaç olarak maddi aleme gelmiştir.
İnsan denen varlık, Homosapiensden bu yana doğa yasalarını bilmemekten kaynaklı korkuları ve özellikle ölüm korkusunu yenmek için bilmediği, hayalinde göremediği yüce varlıklar yaratmıştır.
Aslında, insanın doğasında, genlerinde ölüm korkusu hep var olagelmiştir. İnsan anlayamadığı, baş edemediği, bir mana veremediği olaylar karşısında bir bilinmeyene hep sığınmıştır.

Bu aslında içgüdüsel olarak sığınma ihtiyacından, kendi güvenliği ve doğal refleksi sebebiyle yaratılmıştır. Yani, insan denen varlığın genlerinde bu sığınma, korunma ihtiyacı doğal bir refleks olarak kodlanmıştır. Bu yaşamını ve varlığını sürdürebilmesi için ilahi düzenin bir gerekliliğidir.
(Tanrı anlayışı artık farklı bir şekilde gelişmekte ve insanlık başka bir yola doğru gitmektedir ki, bu konudaki düşüncelerimi daha sonraki yazılarımda paylaşacağım.)

İlk insandan yayılarak gelişen bu korku, sığınma duygusu, ne zaman ki, toplumsal ortak bir payda, ortak duygu haline geldi, işte o zaman bu ortak davranışlar ve ihtiyaçlar bir takım yönlendirmelerle farklı inanç sistemlerine veya dinler haline dönüştü.
Bir başka ifade ile insanın korkuları, hayalinde bir güç yaratmış, sonrasında bu güce tapınmaya dönüşmüş, bu tapınmalar insanlığın gelişimi ile birlikte doğa, doğal olaylar, objeler, totemler vs. farklı maddelere yönlenmiş, sonunda tek tanrılı dinler doğmuştur.

Burada bir noktayı bir birine karıştırmamak lazım.
Zira, genellikle insanlar bir yanılgıya düşüyor, tanrı inancı ile dini inancı aynı şey olarak görüyor. Halbuki, tanrı inancı işin temelini oluşturan ana kavram, dini inanç ise bunun değişik yorumlar ile ulaştığı farklı bir noktadır.
Özellikle konuya geniş bir perspektiften bakan ezoterik öğretilerde, herhangi bir dinden söz etmeden, doğrudan tanrı inancı ve ruhun ölümsüzlüğünden bahsedilir.
Çünkü ana gaye tekâmüle erişmektir. Dolayısı ile tekâmüle giden yolda gerekli olan iki kavram, yukarıda söylendiği gibi "Tanrı inancı ve Ruhun ölümsüzlüğü" dür. 

Bunu besleyen ana kaynak gerçek bir tanrı inancı, bir yaratana inançtır. Bunun hangi yoldan yapılacağı, hangi kanaldan olacağı çok da önemli değildir.
Tanrı inancı ile dinler veya din inancı arasında zorunlu bir ilişki yoktur.
Zira tanrısız dinler olduğu gibi gerçekte dinle ilgisi olmayan tanrılar da vardır.

Mesela, Konfüçyus ve Buda gibi giderek din halini almış felsefi öğretilerde, bilindiği üzere açıkça Tanrı yoktur. Bir vahye dayanmayan dinlerin ise türlü tanrıları vardır. 

Peygamberlerin getirmiş oldukları dinlerin tanrı hakkındaki bildirileri ve işaret ettikleri de başka, başka özellikler taşımaktadır. 
Bu konunun türlü kavimlerde ki gelişimine dikkat edilirse yukarıda bahsedildiği gibi, insanın tanrılaştırmadığı hiç bir nesnenin mevcut olmadığı görülür.

Peki, vicdan bunun neresinde ve Vicdan -Tanrı inancı arasındaki ilişki nedir?
Vicdan insana doğru yolu göstermekle görevli ilahi düzenin bir gücüdür. Bu güç insan denen varlığın yaşamındaki olmaz ise olmazlardandır. Zira bu tekâmül için bir gerekliliktir.

Kıyamet Suresi, 14-15 ayetlerinde söylendiği gibi,
"Her insan kendisine fısıldanan sesin, vicdan olduğunu ve bu sesi hangi mazeretleri öne sürerek bastırdığını bilir. Kendi, kendisinin şahididir.”

Vicdan insanoğlu için en büyük nimet ve rahmettir. İç sesidir onu sürekli ikaz eden. Yaşam süresince ve son ana kadar nefsin kötülüklerine ve kışkırtmalarına karşı insanı uyarıp korkutur.
Burada, varlık içindeki vicdan terazisi ile tartarak kararlar alır.Karşılaştığı her olayda vicdanının sesine kayıtsız şartsız uyan bir insan için tekâmülün kapıları açılmıştır.

Bir noktayı özellikle belirtmek istiyorum.
Günlük hayatta da çokça kullandığımız bir motto vardır, “Allah korkusu” , “Yaradan korkusu”
Bu bize doğrudan tanrı inancını hatırlatır. Bu korkunun duyulması için herhangi bir din veya inanç sistemine bağlılık gerekli değildir.
İşte, bu korkuyu içinde taşıyanlar için nefsine karşı koyabilmek veya zorluklarla karşı karşıya kalsa da, vicdanlı davranabilmek daha kolaydır.
Daha doğrusu, bu insanlarda vicdan terazisi daha hassas çalışmaktadır, bulundukları nokta yüksek ahlakın ulaştığı noktadır.

Tanrı inancı zayıf, hatta hiç olmadığını iddia eden insanlarda vicdan terazisinin hassasiyeti tartışmalıdır. 
Bu duygunun eksikliği, bu tarz düşünceye sahip insanları daha materyalist ve egoist bir dünyaya götürmektedir.
Bu düşünce ve davranış şekli onların tekâmüllerinde en büyük engeldir.

Ancak, düşünce, davranış ve kararlarında vicdan terazisini iyi kullananlar için, Kamil insan olma yolunda engelleri ortadan kaldırmak atılmış en büyük adımdır.