17 Mart 2018 Cumartesi

MUTLULUK / MUTSUZLUK - HUZUR

Ruhsal tekamülümüz için 3 boyutlu dünyada düalite kavramı işin özü ve ana temasıdır. Bugünün dünyasında, a
rtık tüm insanlık alemi düalite denen kavramın ne olduğunu ve yaşamımızda nasıl bir rol aldığını biliyor.

Düalite hakkında kısa bir hatırlatma ve açıklama yaptıktan sonra, konu başlığımız olan, MUTLULUK / MUTSUZLUK - HUZUR konusunu irdelemeye çalışacağım.

Düalite, zıtlıklarda dengeyi bulmak ve bu sayede ruhsal gelişim sağlamak ve tekamül etmektir. Zıtlıklar için örnek verecek olursak, onlarca hatta, yüzlercesini  sayabiliriz. 
İyi/kötü, güzel/çirkin, sıcak/soğuk, alçak/yüksek, ahlaklı/ahlaksız, mutluluk/mutsuzluk bunlardan sadece birkaç tanesidir.

Unutmayalım ki, dünyada bulunma sebebimiz tamamen ruhumuzu tekamül ettirebilmemiz içindir ve bu da ancak, bütün zıtlıklar arasında içimizde dengeyi bulmakla gerçekleşir.

İşte, Mutluluk/Mutsuzluk düalitesi de tekamül deneyimlerimizden, yaşam boyu testlerimizden sadece bir tanesidir. 
Belki de, tekamül yolunda en önemli ikili de diyebiliriz. 
Ancak, nedense genelde bizler mutluluğa ulaşmayı daha fazla isteriz. Hiç çevrenizde "Ben mutsuz olmak istiyorum " diyen birisini gördünüz mü? 
Şunu hiçbir zaman unutmamak gerekir ki, o da mutsuzluğun, en az mutluluk kadar bizim tekamülümüz için gerekli bir duygu olduğudur.

Peki, isterseniz bizi mutlu eden ve etmeyen şeylere bir bakalım.
Bizleri genelde mutlu eden şeyler; maldır, mülk dür, kariyerdir, mevkidir, yemektir, içmektir, gezmektir... burada örnekleri çoğaltmak tabii ki, mümkündür. 
Eğer, özetle söylemek gerekirse bizi mutlu eden şeyler büyük çoğunlukla fiziksel dünyaya ait şeylerdir. Beş duyumuza doğrudan hitap eden değerlerdir diyebiliriz. Mutsuzluk için örnek vermek gerekirse, bizi mutlu eden aksi şeylerin hissettirdikleridir. İnsanları mutsuz eden şeylerin başında korkularımız gelir, gelecek korkusu, sağlık, hatta ölüm korkusu bunlara örnek olarak gösterilebilir.

Ben, mutlu eden ve etmeyen şeyleri sıralamak yerine, işin esas felsefesi olan "Acaba mutluluk ve mutsuzluk yaşam sınavımızda neden gereklidir?" sorusuna cevap aramaya çalışacağım.

Yaşam senaryomuzda ilerleyebilmemiz, kısacası tekamül edebilmemiz, bize bahşedilen fiziki ömür süresince karşılaşacağımız şeylerle baş edebilmekle mümkündür. 
Düalite bunun için vardır, mutluluk ve mutsuzluk tam da bunun içindir. 

Zıtlıklar neden var diye, düşündünüz mü hiç? 
Acaba iyiliğin zıttı kötülük olmasa, iyiliğin ne olduğunu ve değerini  anlayabilir miydik? Aynı şey mutluluk için geçerli, mutlu olabilmek için mutsuzluğu tanımak ve onunla yüzleşmemiz gereklidir. Ancak, işin özü mutluluğu veya mutsuzluğu tanımak veya tatmak değil, bütün bu süreçte ikisini de yönetebilmektir. Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse; ikisini de yaşayıp dengeye gelebilmektir. 

Dengeye gelebilmek, sıfır noktasına ulaşabilmek tekamülün ana hedefi, ulaşılacak son noktadır. Yazılarımda sıkça bahsettiğim "Ne ifrat, ne de tefrit" bunun aslında en güzel yol haritasıdır. 
Burada "Huzur" kelimesini de açmak isterim... Mutluluk ve mutsuzluk ne kadar dünyevi değerlerle tanımlanan ve fiziki bedene doğrudan hitap eden şeyler ise, huzur da tam aksine, doğrudan ruhumuza hitap eden bir kavramdır. 
Hatta, huzurdan bahsederken çoğunlukla "iç huzuru" deriz ve kastettiğimiz tamamen ruhumuzdur. Ruhunuzun huzur bulması dünyaya bir başka bakabilmek, dünyayı ve evreni anlamak demektir.

Bir örnek vermek gerekirse; elinizde bir terazi taşıdığınızı düşünün, askılı bir terazi... bu terazinin bir kefesinde mutluluk, diğer kefesinde mutsuzluk.... amacımız, bu kefeleri dengeye getirebilmek olmalıdır. 
Sürekli mutluluğu kovaladığınızda veya sürekli olarak çevrenize ve kendinize mutsuzluk yarattığınızda bir çıkış yolu olmayacaktır. Çünkü bunu yaparak terazinin dengesini bozmuş olacaksınız. Hedefiniz dengeyi bozmak yerine, dengeyi bulmak olmalıdır.
Tek yapmanız gereken şu olmalıdır; yaşam yolculuğunuzda zıt kavramların sürekli yolunuza çıkacağını bilmek ve ne kötü olduğunda dünyanın sonu diye bakmak, ne de çok iyi olduğunda kendinizi kapıp koyuvermek... 
Zira yaşam size bunu öğretene kadar, önünüze tüm kavramlarda zıtlıkları getirecek ve imtihanınız devam edecektir.

Aslında bize verilmek istenen mesaj mutluluk ve mutsuzluğu yaşayarak yaşamın gerçeğini, evreni, oluşumu anlamak, büyük resmi görebilmektir. 
İlahi düzen denen kavramı içine sindirmek ve bütün bunları gerçekleştirdikten sonra kendini, asıl kendini, aradığın kendini bulmaktır. Neyi istediğini, neyi aradığını anlamaktır.

 "Kendini bil, kendini tanı" sözü bütün ezoterik öğretilerin temeli değil midir? 
Çünkü kendini tanıyabilmek, aslında terazinin uç noktalarını görüp, nerelerde ölçüyü kaçırdığınızı, neden ölçüyü kaçırdığınızın sebeplerini bilmektir. Bunu bilen insan kefenin eksik ve fazla taraflarını bilip teraziyi dengeye getirebilecektir. 
Aslında bu terazi dengesi, size iç huzuru sağlayacaktır. 

Sağladığınız iç huzuru enerji frekansınızı değiştirecek ve bu farklı ve pozitif enerji frekansını çevrenize yaymaya başlayacaksınız.


Aslında "Bir enerjiyiz" sözünü unutmayın, eğer bu açıdan bakacak olursak; ruhsal tekamül dediğimiz şey aslında bulunduğumuz enerji frekans seviyesinin üstüne çıkabilmektir... ve bunun için fiziki alemde her gün çeşitli imtihanlardan geçeceğiz ve yaşamımız boyunca bu sürüp gidecek.

Zıtlıklar ardı ardına yolumuza çıkacak, önemli olan zıtlıkların ortaya çıkması değil, bu zıtlıkları nasıl yönetebildiğimiz...

Çevrenize bir bakın, bazı insanlarla beraber olduğunuzda size farklı bir ortam sağlar, hiç konuşmadan ve farkında olmadan ve ekstra bir gayret göstermeden kendinizi daha iyi ve mutlu hissedersiniz. Bunun yegane sebebi o kişinin çevreye yaydığı farklı frekanstır, ulaşabildiği farklı bir üst frekansın yansımasıdır, hissettikleriniz. Bu üst frekans, gelişmiş iç huzurun tam da kendisidir....

Kendinize sorun lütfen, yaşamınızda çevrenize sürekli pozitif enerji yayan, huzurlu ve dingin birisi mi olmak istiyorsunuz, yoksa yönetemediğiniz terazinizde, sürekli negatif tarafta kalan ve bunu çevresine yayan birisi mi?

Gelin hep birlikte, şu kefelerinin birinde mutluluk, bir diğerinde mutsuzluk olan teraziyi ele alıp, ancak her iki kefe eşitlenip terazi dengeye geldiğinde esas mutluluk diyebileceğimiz iç huzuru bulalım...

Nasıl mı yapacağız? 
Biraz gayret, biraz çalışma, biraz mücadele...
Olayların bizi yönetmesi yerine, bizim onları yönettiğimiz noktaya gelebilmek.

Unutmayın, dünya yaşamı zor bir alan, tek başına mutluluk ve mutsuzluk yok... her ikisi de birer imtihan.... aklımızdan hiç çıkarmamamız gereken ve 
esas önemli olan, mutluyken ve mutsuzken süreci nasıl yönetebildiğimizdir.

Yaşanması gereken zaten yaşanacak, siz sadece onu nasıl algıladığınıza bakın. Bütün yaşam karmaşasının arasında, hepimizin aradığı huzuru bulmak için  aradığı püf noktası budur.

11 Mart 2018 Pazar

İNSAN VE ENERJİ  .....

Evet, yazımın başlığı "İnsan ve Enerji"

Böyle bir başlıkla başlamamın en önemli nedeni, aslında bir enerji olan insanın, pek de farkında olmadığımız özelliklerini gözler önüne sermek. 
Ruhsal dünyada, ruh ve beden, ruh ile beden ilişkisi gibi konuları ele aldığımızda, sıkça önümüze çıkan konudur enerji dediğimiz kavram. Zira, ruhsal dünya dediğimiz şeyin, tam da kendisidir.

İnsan denen varlığın beden hali, enerjinin düşük frekansıdır ve bizler bunun tezahürünü 3 boyutlu dünyamızda algılarız.

Peki, bunun dışındaki frekansların algılanması nasıl oluyor?
O frekanslar nedir, onlara nasıl ulaşılacak?
3 boyutlu dünyamızda bugün algılayamadığımız frekansları algılama şansımız var mı?

Konu ruhsal dünya, yani 3 boyutlu dünya dışında olunca, her zaman olduğu gibi insanın aklına onlarca, yüzlerce soru geliyor.
Gelin şimdi bu sorulara cevap bulmaya çalışalım.

Önce isterseniz farklı frekansların algılanmasının nasıl olabileceğini anlamaya çalışalım. 
Ne demiştik, bizler belli bir frekans aralığında bulunduğumuz ve algılayabildiğimiz bir dünyadayız. Bu dünyada bulunmamızın sebebi de, sıkça dile getirdiğim ve hepimizin  malumu olan ruhumuzu tekamül ettirmek.

Ancak şunu da unutmamak gerekir, yaradılışımız gereği bu frekans aralığını arttırmak, yani farklı frekanslara geçebilmek, daha da ötesi, bulunduğumuz alemin dışına çıkabilmek mümkün. 
Bunu belki şöyle de ifade edebiliriz; yaşadığımız 3 boyutlu alemin dışında ne olduğunu anlamayabilmek.

O zaman, eğer biz hapsedildiğimiz bu frekans alanlarının dışına çıkabiliyorsak, bu yeteneği nasıl geliştireceğiz?
Bunu sıkça verilen bir örnekle tekrar sizlerle paylaşmak isterim.
TV yayınlarını göz önüne getirelim;
TV'de yüzlerce kanal var ve biz uzaktan kumanda ile kanalları değiştirdikçe, ekranda başka başka kanallar seyrediyoruz. İşte, yaşamda bunun aynısı. Yani, biz algılayabildiğimiz frekansla bir kanala hapis gibi, tek kanal bir yaşam sürüyoruz. 
Ancak, bu diğer kanalların olduğu gerçeğini saklayamaz. Aslında aynı anda diğer kanallarda da yayın var ama biz onları algılayamıyoruz. 

Peki, biz tıpkı TV kumandasındaki gibi, acaba frekansımızı değiştirerek farklı yaşamlara gidebilir miyiz?
Evet, bu mümkün ve şimdi isterseniz bu frekanslara nasıl ulaşabiliriz sorusunun cevabını arayalım....

Burada yine sıkça dile getirilen "Gönül gözünü açmak" tabirini hatırlatmak isterim. Bu söylemde aslında ifade edilmek istenen şey insanın farklı frekanslara geçebileceğini ifade etmektedir. Yani, insanın bir anten gibi, belli bir yayın alma ve verme gücü var demektir.

Gelin konuyu biraz daha derinleştirelim.
Eğer insan denen varlık bir verici gibi etrafına enerji yayıyorsa bu yayılan enerjinin bir gücü, bir yayın alanı olmalı. Aynı şey alıcı özelliği için de geçerli, eğer bir alıcı ise o zaman alıcının gücü önem arz ediyor.
Bu konu Rus bilim insanları karı/koca Kirlian'lar tarafından kanıtlanmış, kendi adları ile verilen Kirlian tekniği ile fotoğrafla tespit edilebilmiştir. 
 Özetle bu teknikle her şeyin çevresine bir enerji yaydığını göstermektedir. 
Ayrıca, konu son yıllarda daha da ileri giderek, (NLS) Non-linear analysis systems adı altında sağlık alanına girmiş bulunmaktadır. Gerek Kirlian tekniği, gerekse NLS tekniği bizlere vücudumuzun bir yayın organı ve alıcı olduğunu kanıtlayan bilimsel tekniklerdir.

Tamam, enerji yayıyor ve yayılan enerjiyi algılıyor, kısaca, ifade edecek olursak madem bir anten gibi davranıyoruz o zaman tüm insanların enerji alma ve yayma özelliği aynı mıdır?
Cevap; kısaca söyleyecek olursak hayır ve aynı olması da mümkün değildir. Zira, bu farklılık tekamül dünyamız için bir gerekliliktir.

Teknik olarak ifade edecek olursak alıcının ve vericinin yüksek olması demek, bu güce sahip olan kişilerin dış dünyaya verdikleri enerji ile aldıkları enerjinin yüksek olması demek olup, bu onların diğerlerine göre daha fazla düşünsel manada bilgi almaları ve yaymaları demektir. 
Burada düşünsel manada kastım, düşüncelerini çevreye beş duyumuzun dışında gönderebilmeleri, aynı zamanda beş duyu ile algılanamayan diğer kişilerin düşüncelerini de algılamak veya okuyabilmektir. (Unutmayalım ki, tekamülümüzün ileri safhalarında erişeceğimiz nokta enerjiyi manipüle edebilmek, yani istediğimiz dünyayı yaratabilmektir. Şu anda sanal dünyaya yaptığımız geçişle insanlık alemi bunun hazırlık safhasını aşmaktadır.)

Kısaca ifade edecek olursak, aslında gönül gözünün açık, algının açık olması demektir.

Burada sizlere günümüzün cihazlarından cep telefonları örneğinden yola çıkarak örnek vermek isterim.
Gözünüzün önüne bir bina ve binanın iç tarafında bir oda getirelim. Bu oda da birçok kişi ve o kişilerde farklı telefonlar olsun. Hepimizin sıkça rastladığı bir şeydir. Bazılarımızın telefonu çeker çok rahat konuşabiliriz, bazılarımızın telefonu az çeker konuşma kesik kesik olur. Bazılarımızın ise telefonu hiç çekmez, hiçbir yayını alamaz. Burada gelen yayının gücü ile birlikte, yayını alan cihazın da gücü tabii ki önemlidir. 
Dolayısı ile örneği insana çevirecek olursak, aslında bizler de, bulunduğumuz 3 boyutlu dünyamızda sürekli farklı frekanslarda yayın olmasına rağmen, bunu hepimiz aynı değerde alıp değerlendiremiyoruz.

Peki, bunu nasıl başaracağız?
Bunun cevabını aslında bir çok yazımda dile getirdim. Bu aslında insan denen varlığın içinde olan bir yetenek, tek yapılması gereken bu yeteneğin ortaya çıkarılması. Bunun için yapılacak şey de algıların açılması için yapılacak çalışmalardır.

Öncelikle bir yaradan, yani tanrı inancı ve ruhun ölümsüzlüğü gibi düşünceleri içselleştirmek, Zira tanrı inancı olmadan bu konuda ilerlemek mümkün değildir. Bu inanç sanki bu alana giriş için ana giriş kapısıdır. Bundan sonra önümüze çıkan şey ruhun ölümsüzlüğü, yani ruhun bedenden ayrıldıktan sonra, başka bir boyutta ve farklı bir formda yaşadığıdır.
Bu iki kapıyı aşınca, işte algı açabilmemiz için gereken çalışma alanına gelmiş oluruz. 
Bu söylediğim iki kapı tüm ezoterik öğretilerin ana temasıdır, kutsal kitapların en belirgin ve öne çıkan konularıdır. Zira, kadim bilginin kodlarında olan bir şeydir bu..... 

Bundan sonrası size kalmıştır, burada size sizden başka yardım edecek kişi yoktur. Bu alan girdiğinizde göreceksiniz ki, adım adım algılarınız açılacak, bilgi sizi bulacak, hiç anlayamadığınız şekilde almanız gereken bilgi önünüze gelecek. Tek yapılacak şey her gün aklınıza zaman, evren, canlılar, insan denen varlık, diğer alemler, ruh, tekamül hakkında sorular sormanız ve bunlara bulacağınız cevaplar. Daha başka ifade ile materyal dünyanın ara sıra dışına çıkabilmek.

İşte bütün bunlar, sizi tekamül yolunda ilerletecek ve bu aleme neden geldiğinizin cevabı ile birlikte, kafanızda belki de o ana kadar hiç düşünemediğiniz, tahayyül edemediğiniz yeni resimler görmenize yardım edecek. 

Özetle söyleyecek olursak, başka dünyaların kapısını açacak, başka bir insan olacaksınız. Bu başkalık önce daha toleranslı ve hatta hoş görülü bir insan olmanıza yardım edecek, insanları ne olursa olsun yargılamamak gerektiğini öğreneceksiniz. 
Bilgiden, bilgeliğe geçiş yapacaksınız. Belki daha önce hissetmediğiniz bir duyguyla tanışacaksınız ve iç huzurunuzu bulacaksınız. Daha da ötesi aslında dünyanın bir algı olduğunu, herkesin aynı olayı nasıl da farklı algıladığının sebeplerini göreceksiniz.

Bu farkındalık son derece keyifli bir hal alacak ve yaşamı bir oyun haline getirebileceksiniz. 

Sonuç olarak, yaşamınız dingin ve huzurlu oynayabileceğiniz bir oyuna dönüşecek.........