5 Mart 2017 Pazar

TANRI PARÇACIĞI VE DUALİTE

Spiritüel alem hakkında daha fazla farkında olabilmek için önce içinde bulunduğumuz üç boyutlu dünyamızı ve ilerideki yazılarımda daha teferruatlı şekilde bahsedeceğim zaman
kavramını (dünya zamanı-uzay zamanı) iyice anlamamız gerekmektedir.

Eğer bu kavramları başlangıcından itibaren tam olarak anlayıp özümsemez isek, daha sonra bahsi geçecek spiritüel dünyayı ve ruhlar alemini; varlık, beden, beden dışı yaşam gibi bir çok kavramı anlamamız mümkün olmayacaktır.

Şimdi isterseniz evrenin başlangıcına dönelim ve daha önceki yazılarda bahsettiğimiz Big Bang, büyük patlama konusunu derinlemesine inceleyelim.

Zira, bugüne nasıl geldik, evrenin başlangıcı nasıl oldu gibi sorulara cevap bulmak, büyük resmi görebilmek için bu bir gereklilik…

Bundan yaklaşık 13,7 milyar yıl gibi bir süre önce bugün bizlerin sadece çok küçük bir bölümünü algılayabildiğimiz evrenimizin başlangıcını teşkil eden patlama oldu.

Bu büyük patlama ile saniyenin milyonda biri gibi bir zaman sürecinde boyutunu tarif edemeyeceğimiz ölçüde küçük, kütlesi olmayan enerji zerrecikleri ortaya çıktı.

Bunu takip eden ve yine saniyelerle sayılabilecek çok kısa bir sürede bozon parçacıkları, sonrasında da ilk atom çekirdekleri oluştu.

Bunları sırasıyla hidrojen, helyum, lityum çekirdekleri ve diğerleri takip etti.

Gelişme süreci milyarlarca yıl süren elementlerin günümüzde sayısı 118’e ulaşmış olup, bunları madde dünyamızın her safhasında muhtelif formlarda kullanıyoruz.

Şimdi, elementlerin oluşumu öncesindeki safhada, yani patlama anında oluşan bozon parçacıklarının nasıl ortaya çıktığını açıklamaya çalışalım.

Büyük patlama sonrası etrafa yayılan enerji zerrecikleriyle ilgili olarak bilim insanları birçok varsayım öne sürdüler ve sonunda 60'lı yıllarda İngiliz fizikçi Peter Higgs "Higgs Bozon’ u" diye bir kavramı ve bununla ilgili teoriyi geliştirdi.

Enerji zerrecikleri dediğimiz şeyler nasıl oldu da kütle kazanıp bugün itibariyle bilinen 118 elemente, sonrasında mikro ve makro kozmosda bulunan milyarlarca madde haline dönüşebildiler?

Evet, şu an bilim insanları da bu sorulara cevap bulabilmek için elimizde olmayan, bilinmeyen ve evrenin başlangıcında saliselerle ölçülecek bir anda var olup kaybolan bir şeyi, bozon parçacıklarını arıyor.

Higgs' in geliştirdiği bozon teorisi ile içinde bulunduğumuz evrenin çok yoğun bir kütlenin parçalanması ile ortaya çıkan büyük enerjiden doğduğu artık tüm bilim insanlarının üzerinde hemfikir olduğu bir konu.

Teoriye göre Big Bang ile biz insanların tahayyül gücü ötesinde ve büyüklükte bir enerji ve enerji alanı ortaya çıktı.

Bu alana "Higgs alanı" denmektedir ve içinde bulunduğumuz evren bu alanın tam da kendisidir.

Big Bang sonrası ortaya çıkan enerji zerrecikleri "Higgs alanı" denen enerji alanından geçerken enerjilerini kaybedip içinden geçtikleri enerji alanı ile iletişim ve etkileşime girerek kütleye dönüştüler ve neticesinde Higgs bozon’ u denen parçacıklar ortaya çıktı.

Bu parçacıklar büyük patlama sonrasında ölçemeyeceğimiz kadar kısa bir zaman içinde gözden kaybolduğu için bunu ispatlamak doğal olarak çok zordu.

Milyarlarca dolar harcanarak CERN’de yapılan deneyler sonucunda bilim insanları aradıkları sonuca ulaştı.

Önce, 2000’li yıllarda bozon’u gördüklerini iddia eden bilim insanları, arkasından emin olmak için 2005’de yapılan deneylerde bir miktar bozon olduğu sanılan parçacıkları tespit ettiler.

2012’de artık sona gelindi ve CERN’de bozon olduğu iddia edilen 5 Sigma (Süreç yeterliliğini gösteren istatiki ölçü) seviyesinde sinyalin alındığı doğrulandı ve 2013’de Nobel ödülü Peter Higgs ve François Englert'e verildi.

Deneyler her geçen gün ilerleyerek tekrarlanmakta olup, şimdilik bozon ile tutarlılık taşıyan bu parçacığa "Higgson" adı verilmektedir.

Bugün 'Tanrı parçacığı' diye de adlandırılan ve yapılan deneylerle varlığı kanıtlanan Higgs bozon’u, kütleleri olmayan atomlara kütle kazandıran mekanizmadır, yani hiçliğe kütle vermektedir.

Tanrı Parçacığı içinde yaşadığımız evrenin başlangıcını göstermekte, büyük bir muammayı ortadan kaldırmaktadır.

Burada belki bu yakıştırmanın nereden geldiğini de söylemek gerekir.

Bir rivayete göre Peter Higgs' in araştırmalarını yaparken

" Allah' ın cezası şu parçacığı bulamadım gitti " söyleminin dillerden dile dolaşarak sonunda " Tanrı’nın Parçacığı " yakıştırmasına kadar gelindi.

Ancak, şunu da unutmamak gerekir ki ister popüler söylem, ister başka bir sav öne sürülsün burada bir türlü spiritüel alem devreye giriyor ve tanrı kavramı ortaya çıkıyor.

Çünkü, bulunan şey bugünkü evrenin oluşumu yanında, bir taraftan da evrenin varoluşunun öncesine götürüyor, başka alemlerin, evrenlerin olduğu gibi bir gerçekle yüzleşmemize sebep oluyor.

Aklımıza yine sorular geliyor.

Zira ortada bir denge durumu varken bozon parçacıklarının ortaya çıkması ve maddelerin oluşumu gerçekleşmiş ve denge tamamen bozulmuştur.

Bir muammadan kurtulup başka bir muammanın içine giriyor ve adım, adım sorularımıza cevap buluyor, geçen süreçte de bedensel gelişim ve ruhsal tekamülü sağlıyoruz.

Bir başka ifade ile safha safha algılarımız açılıyor ve insanlık alemi olarak olması gerektiği kadar, hak ettiğimiz veya öğrenmemiz gerektiği kadar bilgi de beraberinde geliyor.

Çünkü, bugünkü algı ve bilgimizle içinde bulunduğumuz evreni bile tam olarak anlamamışken nasıl olacak da diğer alemleri anlayıp yorum yapabileceğiz?

Bu noktada ''Dualite'' prensibinden bahsetmek istiyorum.

Eğer, bu prensibi anlarsak birçok şeyi daha rahat kavrayıp, anlayabileceğiz.

Zira, yaklaşık 14 milyar yıllık süreçteki gelişimin temelini oluşturan ana ilke "Dualite" prensibidir.

"Dualite" doğadaki ve dolayısı ile evrendeki karşıtlık, birbirini tamamlayıcılık ilkesidir.

"Dualite" prensibi ile zerrecikten bozon, bozon parçacığından atom, atomdan elementler oluşmuş ve nihayetinde bugünkü madde aleminde gözle görülen, elle tutulan tüm şeylerin oluşması gerçekleşmiştir.

"Dualite" prensibi bizi ruhlar alemine doğru daha derin başka bir yolculuğa çıkaracak.

Şimdi isterseniz bunun hakkında bazı açıklamalar yapalım.

Maddelerin iç yapılarını ilgilendiren en önemli şey, dualite ilkesi veya değer farklılaşması diyebileceğimiz kavramdır.

Dilimizde “ikilik”, “ikilem”, “ikileme”, “ikili denge” gibi çeşitli biçimlerde kullanılan bu kavram; doğadaki, evrendeki karşıtlık ve birbirini tamamlayıcılık ilkesini ifade eden genel bir terimdir.

Genellikle, birlik-çokluk, ruh-madde, bilinçli-bilinçsiz, tesir eden-tesir edilen, şekil veren-şekil alan, aktiflik-pasiflik, yer-gök, spiritüel alem-fiziksel alem, aydınlık-karanlık, ak-kara, hayır-şer, iyi-kötü, pozitif-negatif, temizlik-kirlilik, iç-dış, yüksek-alçak, sıcak-soğuk, erkek-dişi, doğum-ölüm, yükseliş-iniş, 

mikro kozmos – makro kozmos vb. gibi bir tür karşıtlık ve birbirini tamamlayıcılık gösteren iki şeyi, iki gücü, iki varlığı, iki unsuru ifade etmede kullanılır.

Dualite sembolü çoğunlukla, varlığın ruhsal gelişim göstermek üzere bulunduğu ortamları, kısacası içinde bulunduğumuz evreni tarif eder.

Bunlar, olumlu ile olumsuz unsurların bulunduğu içinde yaşadığımız fiziksel ortamlar ve durumlardır.

Dualite gerçeği içinde yaşadığımız evrende maddelerin oluş, gelişim ve evrim gerçekleştirmesini sağlayan en önemli kurallardandır.

Dualite, büyük patlama ile ilk maddenin oluşmasında açıklandığı gibi hareketin ilk kaynağıdır.

Tıpkı büyük patlama sonrası açığa çıkan enerjinin enerji zerrecikleri ile etkileşime girmesi sonucu nasıl bambaşka formda bir parçacık ortaya çıktıysa, daha sonra bu parçacığın başka bir parça ile etkileşimi ile başka bir madde çıkmış ve zincirleme süregelen bu sürecin sonunda bugünkü hali ile evrenimiz oluşmuş ve gelişimine devam etmektedir.

Dualite öyle bir mekanizmadır ki; bu mekanizma olmadan hareket, hareket olmadan da madde hal ve şekilleri var olmaz.

Dualite bir manada ruh ve maddenin dünyadaki görüntüsü olup, evrenin temelini oluşturan maddenin varoluşu amaçsız ve sebepsiz değildir.

Maddenin oluşumunun bir tek varoluş amacı vardır, o da bir ruha hizmet etmek, bir ruhun hizmetine girmektir.

Eğer, madde ruha hizmet edecekse bu ancak ruhtan gelen tesirlerle birtakım hareketlerin ve değişikliklerin maddede ortaya çıkabilmesi ile olabilir.

Oysa maddedeki her hareketin meydana gelme olanağı, ancak dualite ilkesi ve değer farklanması mekanizması ile mümkün olur.

Yani dualite ilkesi ve onun ek mekanizması olan değer farklanması olmazsa ruhların maddelerden yaralanabilmeleri mümkün olmaz.

Belki şu örnekle konuyu daha anlaşılır kılabiliriz.

İnsan denen varlıkta ruh içsel olarak ister, bedenden talep eder, bedene yap der ve beden de bu taleplere fiziksel olarak cevaplar verir.

Bütün bu cevaplar 3 boyutlu dünyamızdaki Dualite prensibi ve onun seçenekleri ile yol alır gider.

Ruh ister, beden yapar ve ruh onun sonuçlarına katlanır.

Ruh bedende yaşadıkları ile kendisini geliştirir, deneyimler ve her bir gelecek hamlesini bu deneyimlerden çıkardığı sonuçlar ile yapar.

Bu da tam olarak ruhun bedende geçirdiği evrimdir. Beden bu evrede ruha eşlik etmiş olur. Bir nevi ruhun emrindeki tatbikat mekanizmasıdır.

Bedenimizin kendisi bir ruh olmayıp, ruhun evrendeki yansımasıdır.

Nitekim, bir ruhun herhangi bir madde bileşimine ihtiyacı kalmaz ve ona karşı bir davranış göstermezse o maddenin bulunduğu çevre içinde görünen bütün hareketleri kaybolur ve bütün değerleri ortadan kalkar ki, buna madde dünyasında ölüm diyoruz.

Maddenin ölümü dediğimiz şey, madde bileşenlerinin bozulması ve yok olmasıdır.

Bir başka deyişle ruh madde üzerinde gelişimini sağlamak için kendisine verilen süreyi tamamladığında varlığını devam ettirmektedir, burada kaybolan fiziki bedendir.

Ruh bedenden görev süresi veya gelişmesi için tanınan süre bittiğinde; ne bir dakika erken, ne bir dakika geç, belirlenmiş süre sonunda bedeni terk eder.

Burada dikkat ederseniz belirlenmiş bir süreden bahsediyoruz ve bu konuyu daha sonraki bölümlerde etraflıca anlatacağız.

Dualite’nin madde dünyasındaki en önemli örneklerinden birisi kadın - erkek örneğidir.

Bunlar birbirinin zıddı ama aynı zamanda tamamlayıcısı ve destekçisidir.

İki cinsin karşılıklı ilişkisi ve durumu aile kavramını oluşturur, ortamı hazırlar ve sağlıklı şekilde gelişmesini temin eder.
Ama, kadın erkek arasındaki denge bozulur, zıtlıklar ortaya çıkarsa bu birlikteliğin, ailenin dağılması demektir.

Cinsiyet dualitesi ile insan ruhu tahayyül bile edemeyeceğimiz sayıda ve çeşitlilikte deneyimler yaşar ve tekamülüne hizmet eder.

Bunun dışında yukarıda örneklerini verdiğim zıtlıklar da tıpkı cinsiyet dualitesi gibi bedenin gelişmesine ve ruhun tekamülüne hizmet ederler.

Kısacası, beden bütün fiziki şekli, hal ve durumuyla bir ruhun ihtiyacına cevaplar veren ve o ihtiyacı yansıtan, ruhu temsil eden bir varlıktır.

Ancak, burada tekrar hatırlatmak gerekir ki; kendisine verilen süreyi tamamlayan ve madde ortamını terk eden ruh yaşamını sürdürmektedir ve buna ruhun ölümsüzlüğü diyoruz.

Bundan dolayı, varlık deyince bu bakımdan kastedilen anlam ruhtur. İşte dualite bu anlamı açıklayabilmek için vardır.

Hayat dediğimiz, yaşadığımız şeyler baştan başa dualite prensipleri ile beraber, ona bağlı olan değer farklanması mekanizmasının gözlemlenmesinden ibarettir.

Bu konuda bizlerin idraki ne kadar çok artar ve genişlerse bu maddelerdeki dualite prensibi ve yansımaları ile olaylar içindeki detaylara o kadar daha iyi ve derin olarak nüfuz ederiz.

Bu da doğrudan ruhsal tekamülün bir göstergesidir.

Daha açıklayıcı olması için belki şöyle de izah edebiliriz.

Ruhların ihtiyaçları ilahi nizamın icaplarına göre içinde bulunduğumuz evrene bir takım etkiler halinde yansıtılır.

Evrene yansıyan bu ihtiyaçların cevaplarını o anda vermek, yani bu dıştan gelen bu etkiler gereğince maddenin buna cevap verme ve derhal harekete geçmek zorunluluğu maddenin yapısı icabıdır.

(Hatırlarsanız bu konuda bozonların nasıl atomlara, atomların nasıl maddelere ve sonunda insan denen bugünkü gelişmiş varlık haline dönüştüğünü anlatmıştık.)

Harekete geçme zorunluğu ile maddenin verdiği cevap, yine aynı şekilde bir geri dönüş olarak ruhlara yansıtılır.

Bütün bu ilişkinin sonunda ruh bir madde ile ortak olur ve bunun neticesinde şuurlu madde hali olan bedeni meydana getirir.

İşte bu noktada ruh artık tamamen o bedenin bir parçası haline gelir ve bu şartlar altında bedenin organik faaliyetlerinden başka, ruhsal ve manevi denilen bütün halleri beyne ve sinir sisteminin olanak ve yeteneklerine bağlı olur.

Bir varlığın hareketleri, her kıpırdanışı kendisinden kaynaklanmayan bir durumun ifadesidir.

İşte varlığın gösterdiği bütün bu hareketlerdeki maddi olmayan ifadelere, ruhun evrenimizdeki durumu diyoruz.

Öyleyse, madde olarak sonsuz hareketlerle, şekillerle ve hallerle bir varlıkta meydana gelen her türlü düşünce, sevgi, vicdan gibi ruhsal denilen yüksek görünümler, aslında ruhun kendi geliş planında var olan, bilmediğimiz sonsuz davranışlarının evrende madde olanaklarına göre düşünsel, duygusal ve yaşamsal biçimlerle çevirisi yapılmış karşılıklarıdır.

İdrakin hareket halindeki durumu maddeye, ifade bakımından durumu da ruha aittir.

Vakti geldiğinde, süresi bittiğinde ruh kendisine ait olan varlığı evrende sonsuza kadar terk edip gidecek ve terk edilmiş varlık dağılacak yani bedendeki ölüm denen yok oluş gerçekleşecektir. Ancak, ruhun madde ile birlikte geçirdiği evrede, yani yaşam sürecinde edindiği tüm tecrübeler ruhta birikecek ve ruhla sonsuz bir gelişim ve akışla birlikte tekamül süreci devam edecektir.

Maddelerin ruhlarla paralel olarak ilerlemesi gelişim ve tekamül olarak ifade edilse de, bu iki kavramı birbirinden ayırmak gerekiyor.

Çünkü bunlar ayrı ayrı şeylerdir.

Gelişim, evrende bulunan maddelerin iç bünyelerindeki hareketlerin artması, maddesel bileşimlerinin karmaşıklaşması, etki alanlarının genişlemesi kısacası değerlerinin yükselmesi halidir.

Tekamül ise ruhların hizmetlerinde bulunan varlıkların gösterdiği gelişimlere paralel gelişen durumdur..