17 Haziran 2018 Pazar

DUYGULAR.....

Yaşamımızı şekillendiren, bizi biz yapan duygularımız.... 
Evet, yaşamımız tamamen duygularımız tarafından kontrol ediliyor ve yönlendiriliyor. Aldığımız tüm kararlar ve düşünsel sistemimiz temelde duygularımız tarafından kontrol ediliyor.

Peki, duygu dediğimiz şey temelde nedir, nereden ve nasıl beslenir?
Temelde duygularımız fiziki alemin temel kuralı ve olmaz ise olmazı dualite kavramı ile doğrudan  ilgilidir. Fiziki alemin temel felsefesi olan dualite kavramını anladığımız ve içselleştirdiğimiz zaman, duyguların gerekliliğini ve oluşma sebebini de daha rahat anlamış oluruz.
Dualite, eğer zıtlıklar üzerine oluşmuş bir yaşam sistemi ise, bu zıtlıkların yaşayabilmesi ve yaşatılabilmesi için duyguya ihtiyaç vardır. Çünkü, zıtlıklar arasında seçenekler bulunmakta ve bu seçenekler arasında karar verirken duygular kullanılmaktadır. 
Nasıl ki, beden ve ruh tekamül yolunda ayrılmaz ikili olup birbirine muhtaç ise, duygular da aynı temelde zıtlıklar içinde kendilerine yaşam alanı bulur.
Fakat, bir noktayı hatırlatmak gerekir. 
Duygularımızın bir kısmı fiziksel olarak bedenimiz ile ilgili iken, yani beş duyumuzla fiziki tepkiler olarak tezahür ederken, bir kısmı tamamen ruhsal dünyamızda oluşan şeylerdir.
Fiziksel olanlar için Sıcak-Soğuk, Acı-Tatlı, Az-Çok, Uzun-Kısa, Güzel-Çirkin, Siyah-Beyaz  gibi fiziksel örnekler verebilirken, ruhsal dünyamızla ilgili olanlar için ise Mutlu-Mutsuz, Huzurlu-Huzursuz, Kaygılı- Kaygısız, Heyecanlı-Heyecansız, Duygulu-Duygusuz, Sabırlı-Sabırsız gibi örnekler verebiliriz. 
Kısaca söyleyecek olursak, bütün bu duygu yumağı içinde gelgitler yaşayarak yaşam denen senaryoyu hayata geçiririz.
Peki, madem fiziksel alemde ruhsal tekamül için bulunuyoruz o zaman duygularımızı nasıl yönetmeliyiz? 
Belki de şöyle sorabiliriz, duygularımızı nasıl kontrol eder ve yönetebiliriz?
Bu sorulara cevap bulabilmek için, sürekli dile getirdiğim gibi, öncelikle yaşamda mutlak doğru olmadığını kabul edeceğiz. Madem mutlak doğru yok, o zaman neyi, ne kadar savunabiliriz veya savunmalıyız?
Öncelikle insanlarla tartışırken, karşımızdaki insanların söylediklerini kabul etmesek bile tahammül göstermeyi öğreneceğiz. Bu söylediğim ruhsal tekamülün çok önemli noktalarından, hatta en önemli yol göstericilerinden birisidir. Bu bizim dışımızdaki insanların da yaşam hakları olduğuna ve bizim gibi istediklerini düşünmeye, istediklerine inanmaya, istedikleri gibi davranmaya hakları olduğunu kabul etmekten geçer. 
Aksi takdirde "benim gibi düşünmeyene yaşam hakkı yok" dediğimizde ruhsal tekamül konusunda kendimizi bir adım bile ileri götüremeyiz. Ezoterik öğretilerde tolerans, hoşgörü ve sabır gibi kavramların ana temelini bu şekilde düşünmek oluşturur. 

Kendinize bir sorun bakalım,
Siz başkalarını tenkit ederken kendinizi ne kadar değiştiriyorsunuz?
Daha doğrusu siz kendiniz değişmez iken başkalarını değiştirme hakkını kendinizde nasıl buluyorsunuz?
Onun için yaşama biraz daha toleranslı ve geniş bir perspektiften yaklaşmaya çalışın. Karşınızdakilerle çekişirken, kavga ederken aslında kendinizle çatıştığınızı unutmayın. 
Eğer, ilahi düzeni biraz anlayıp algılayabildiyseniz, karşınızda gördüğünüz her kişinin aslında sizin yansımanız olduğunu idrak edeceksiniz. İşte, olaylara bu çerçeveden bakınca gerçekte mücadele ettiğiniz kişi bir başkası değil, sizsiniz. 
Sonuç olarak, siz kendinizle mücadele ediyorsunuz.Onun için bırakın herkes, tıpkı sizin gibi istediğini düşünme ve yaşama hakkına sahip olsun. 
Aklınıza hep şu sorular gelsin... 
Bu dünyada bulunma sebebim nedir? Ben niçin bu dünyadayım?
Hiçbirimiz bu dünyayı değiştirmek için gelmedik. Bu dünyada, yani fiziki alemde bulunmamızın bir tek sebebi var. Kendimizi değiştirmek ki, aslında en zor ve zahmetli olanı da budur.
Peki biz ne yapıyoruz? Zor olanı yapmak yerine daha kolay olanı, yani karşımızdakini değiştirmeye çalışıyoruz. 
(Burada daha önceki yazılarımda bahsettiğim, bu alemde ve alem dışından gelen görevli varlıkları bunun dışında tutuyorum ki, onların görevi bambaşka şeyler olabilir.)

Gelin artık, şu başkaları ile yaptığımız ama işin esasında kendimizle olan mücadeleden vazgeçelim ve çevremize karşı biraz daha hoş görülü olmaya çalışalım. Göreceksiniz bunu başarabildiğinizde yaşamla olan kavganız azalacak, daha huzurlu ve sakin bir kişi olacaksınız. 
Bakın şunu unutmayın; yukarıda bahsettiğim gibi görevli olanlarımız dışında, biz insanların dünyayı değiştirmek gibi bir misyonu yok. Biz tiyatro sahnesinde belirlenmiş senaryoyu oynayan oyuncu kadrosundan öte bir şey değiliz. Tek yapmamız, bu dünyaya geliş amacımızın ruhumuzu tekamül ettirmekten başka bir şey olmadığını hatırlayarak, seçtiğimiz senaryomuzu en iyi şekilde oynamak. 

Bu aslında o kadar da zor bir şey değil.
Bunun içinde basit kurallar silsilesini takip etmek yeterli...
Toleranslı ve hoşgörülü olacağız.
Başkalarına tahammül etmeyi ve sabırlı olmayı öğreneceğiz.
Başkaları yerine, kendimizi değiştirmek için gayret göstereceğiz.
Lütfen aklınızda sürekli bulunsun;
"Life is an illusion" yani "Yaşam bir algı" 

Belki sonuç olarak, şöyle de izah edilebilir. 
Bir gölge oyunudur yaşam, eğer bu oyunu iyi oynamak ve başarılı olmak istiyorsanız, siz siz olun ve gölgenizle kavga etmeyin.