29 Nisan 2017 Cumartesi

KADER

Kader…
Hepimizin dilinden hiç düşmeyen, önüne iyi veya kötü sıfatlarını ekleyerek sürekli kullandığımız kelime…

İsterseniz öncelikle anlamına bir bakalım.
Kader; bütün olayların önceden ve değişmeyecek biçimde düzenlediğine inanılan ezeli takdir, alın yazısı, yazgı veya mukedderat olarak tarif edilir.
Spiritüel alemin ana kavramlarından; hatta, temel taşlarından da birisidir.

Yunan filozof Epiktetos kader konusunda şöyle der;
“Kader, eninde sonunda, öyle veya böyle, günahlarımızın bedelini önümüze koyar. Görünen, ya da görünmeyen zaman içinde herkes günahlarının bedelini öder. Bunu bilen kişi kimseye kızmaz, gücenmez, kimseyi aşağılamaz. Kimsenin arkasından konuşmaz, kimseyi itham etmez, kimseden nefret etmez, kimseye kin tutmaz. Ayrıca, karşılaştığı aksiliklere şaşmaz. Önüne çıkan maddi-manevi engellerin kendi günahlarından başka bir şey olmadığını bilir.”

Epiktetos özet olarak; gerek maddi dünyada, gerekse bu boyuttaki yaşam sonrasında, varlığın yaşadıklarının bedelini bir şekilde ödediği, tekamül sürecinde gelişme gösterenlerin, bunun farkında olarak yaşadıklarını belirtir.

Hintli lider Mahatma Gandhi ise kader konusunda çok güzel bir açıklama getirmiştir, o da şöyle der;
“Söylediklerinize dikkat edin, düşüncelere dönüşür.
Düşüncelerinize dikkat edin, duygularınıza dönüşür.
Duygularınıza dikkat edin, davranışlarınıza dönüşür.
Davranışlarınıza dikkat edin, alışkanlıklarınıza dönüşür.
Alışkanlıklarınıza dikkat edin, değerlerinize dönüşür.
Değerlerinize dikkat edin, karakterinize dönüşür.
Karakterinize dikkat edin, kaderinize dönüşür.”

Burada söylenmek istenen şey ise; insanın bir noktada kaderini kendisinin belirlediğidir.

Konuyu biraz daha açmak gerekirse; kaderin iki boyutu olduğunu söyleyebiliriz.Bunlardan birisi değişmez olan, diğeri ise yaşam boyu seçenekler ile değişen kısmıdır.

Bu kavram semavi dinlerin tamamında, en çok merak edilen ve işlenen konuların başında gelmektedir. Semavi dinler bu konuda değişik yaklaşımlar sergilemişler, kader konusunu insan hayatının en önemli olgularından birisi olarak, hep önde tutmuşlardır.
İslamda kader konusu etraflıca incelenmiş, sınırları çizilmeye, tarif edilmeye çalışılmıştır. Kuran’da bu konuya atfen Ra’d suresinin, 39. ayetinde şöyle der;
"Allah, dilediği şeyi siler, yok eder ve dilediği şeyi sabit kılar ve kader kitabı (levh-i mahfuz) onun nezdindedir."
Bu ayette açıkça görüldüğü gibi, ilahi düzende varlığın kaderi yaradan tarafından değiştirilip, üzerinde oynanabilmektedir. Bütün bunlardan anladığımız; kader dediğimiz kavramın iki farklı boyutu olduğudur.

Hatırlanacağı üzere, varlık yeniden bedenlenme öncesinde, yaşam senaryosunu yaşamak istediklerine göre belirleyerek dünyaya gelir.
Ancak, daha önceki yazılarımda bahsettiğim üzere, eğer yeniden bedenlenmenin amacı ruhun tekamülü ise, bu çerçevede varlığın yeniden bedenlenmesi sırasında seçtiği senaryoya vereceği tepki ve bu sayede göstereceği ilerleme bir gerekliliktir. 
Dolayısı ile, varlığın değişmez kaderi yaşam senaryosu, değişen kaderi ise, o senaryoyu nasıl oynayacağıdır. İşte, bizler için en önemli ve can alıcı nokta burasıdır.
Bu noktada bir konuya açıklık yapmak gerekir. Varlığın, maddi dünyaya gelmeden belirlenmiş olan yaşam senaryosunun değiştirilmesi mümkün değildir. Ama, varlığın yaşam senaryosunda oynayacağı rolde, önüne gelen seçeneklere vereceği tepki, seçimleri ve davranışları ile farklı bir yola gitmesi mümkündür. İşte, yaşamdaki seçenek ve kararları ile bir yerde varlık, kendi kaderini belirlemiş olmaktadır, diyebiliriz.
Aslında, bu da özet olarak varlığın kaderi değil, davranışını, yani fiilini değiştirmesi demektir.
İşte, bu noktada varlığın değiştirdiği davranış her neyse, o varlığın kaderi olmuştur.

Dolayısı ile olaylara verilen tepkiler ana senaryo içinde varlığı farklı yollara yönlendirmekte ve yaşayacağı olayların neticesini değiştirme şansını vermektedir. Bu da varlığın kaderi olmaktadır.
Peki, bu bir gereklilik midir?
Evet, bu bir gerekliliktir. Zira üç boyutlu madde dünyasına, ruhumuzu tekamül ettirmek için geldiğimizde, nefsimizde yaşadıklarımız ve vicdan terazisi ile tartılacak kararlarla ilerleme gösterebilmekteyiz.
İlahi düzen gereği eğer tekamül varsa, varlığa bir seçim şansı verilmekte ve varlığın seçimi doğrultusunda aldığı kararların neticesine katlanması ve razı olması gerekmektedir. İşte bu da varlığın kaderi olmaktadır.
Bunu şöyle bir örnekle anlatmaya çalışalım.
Bir imtihan düşünelim, ve bu imtihana giren talebeleri gözünüzün önüne getirin. Sorular herkes için aynı ama neticeler farklı, farklı. Kimisi çok başarılı, kimisi az başarılı, kimisi ise imtihanı veremiyor, bütünlemeye kalıyor. İşte yaşam da, tıpkı bu örnekteki gibidir. Yaşam sınavına hazırlıklı olan, çalışan, emek harcayan kimseler sınavı başarı ile tamamlayıp, yeni bir sınava hazırlanıyorlar. (Burada spatyom alemini ve yaşananları hatırlatmak isterim)
Bir başka örnek verecek olursak;
Bir otobanda gittiğinizi düşünün. Gideceğiniz yer belli (Tekamül noktanız) ve bu noktaya ulaşmanız için size verilmiş bir zaman var (Yaşam süreniz). Bu yolda belli noktalarda önünüze belli çıkış levhaları geliyor ve karar vermeniz gerekiyor. (Nefs mücadelesi, aldığınız kararlar,)
Ana hedefe doğrudan ulaşmak yerine, yolda rastladığınız yan yol işaretlerini takip eder, o yollara sapıp, oralardan hedefe gitmeye çalışabilirsiniz. İşte, yan yollara saptığınızda, ana yoldan uzaklaşıp hedefe ulaşma zamanınızı uzatıyorsunuz ve tekamül süreniz gecikiyor. 
Unutmayın ki, yan yollarda kaybedilen zaman yaşam sürenizi tüketiyor ve hedefe ulaşmadan ömrünüzü tamamlıyorsunuz.

Bunu bilgisayar oyunu ile de örnekleyebiliriz. Nasıl ki bilgisayar oyunlarında da farklı oyun seviyeleri var ve bu seviyeler için size verilen bir süre var. Eğer belirli sürede oyunu çözebilirseniz, bir üste seviyeye çıkıyor veya başaramayıp geri dönüp kaldığınız yerden devam ediyorsunuz.

Tekamülün üst seviyelerinde ulaşılacak noktanın ne olduğunu daha önceki yazılarımda paylaşmıştım. 
Varlığın, dünyaya geliş nedeni önce tekliğe ve arkasından sevgi bilincine ulaşmaktır. Bunun neticesinde varılacak nokta ise birlik boyutuna geçmektir.
Eğer, ilahi düzen kurgusunun bu olduğunu kabul edersek, o zaman kader dediğimiz şey, bunu başarmak veya başaramamak yolunda önemli bir kavram haline geliyor.

Bazı insanlar , dünya senaryosunda yaşamlarını sürdürürken, bunun farkında olup, doğrudan tekamül hedefine odaklı bir yaşam sürdürür. Kimi insanlar ise, bundan uzakta, sevgi ve birlik bilinci dışında hayatlarını hoyratça yaşarlar.
Özetleyecek olursak; bu iki insan modeli kaderlerini kendi seçimleri ile belirlemişlerdir.
İki modelden bir tanesi, öncelikli olarak maddi dünya odaklı, sayısız rahatlıklar ve hoşluklar içinde yaşamıştır. Ne sevgi, ne de birlik bilincinde en küçük bir adım atmamış, gayret göstermemiştir. Bu tür varlık için sadece yaşam fırsatı kaybolmamış, aynı zamanda bedenini terk ettiğinde, muazzam bir borç ve vicdan azabı altında kalacağı aşikardır.
Diğer model için yaşam zorlu geçmiş, yaşadıklarından ders almış ve büyük resmi anlayarak, hayata başka bir boyuttan bakarak tekamülünü sağlayabilmiş ve neticesinde bir üst boyuta geçebilme şansına sahip olmuştur.

Sonuç olarak; ortaya çıkan farklı kaderleri farklı iki insan kendi tercih ve yaşam felsefeleri ile yaratmıştır.
Burada belki bir konuyu tekrar etmekte fayda vardır. Madem kaderin en azından bir bölümünü biz kendimiz tayin edebiliyorsak, o zaman ne yapmamız gerekli diye bir soru akla gelebilir.

İşte bu noktada “Kendini tanı” felsefesenin ne kadar önemli olduğunu görebiliriz. Eğer, bu dünyaya geliş sebebimizi anlayabilir ve kendimizi tanıma başarısını gösterirsek, yaşam boyu alacağımız kararlar ve seçimlerimiz yaşam senaryomuza uygun olacaktır. 
Bu da yaşam sınavını başarı ile verip, yeni bir noktaya ulaşma şansı demektir.