5 Kasım 2017 Pazar

FARKINDA MISIN?

"Farkındalık" ve "Farkında olmak" nedir?
Günlük yaşamımızda sıkça kullanırız bu iki kavramı. Peki, bu iki kavramın fiziksel ve ruhsal dünyamızdaki yeri nedir?


"Görmek" ve "Bakmak" kavramlarında olduğu gibi, herkes aynı şeye bakar ama herkesin gördüğü farklıdır. 

İşte, "Farkındalık" ve "Farkında olmak" da aynen böyle bir şeydir.

Farkında olmak daha ziyade fiziki alemde olan bitenin, yaşananın gözlemlenmesidir. Üç boyutlu dünyamızda (Aslında zamanla birlikte dört boyutlu), fiziki alemde yapılan gözlemleyip, olanları anlamaktır.


Ancak, "Farkındalık"dan bahsedecek olursak, bu çok daha başka anlamlar taşır. 


Bugün, fiziki alemle ilgili "Farkında olmak" kavramı yerine, doğrudan spritüel alemle ilgili olan "Farkındalık" kavramını ve anlamını paylaşmaya çalışacağım.


Farkındalık, çok farklı tarifleri olmakla birlikte eğer kısaca ifade edecek olursak; insan denen varlığın “An itibariyle ne yaşıyorum?” sorusuna cevap bulmak için duygu, düşünce ve bedenini gözlemleme halidir. An'ı yaşamaktan başka bir şey değildir.
Bu duygu kendini tanıma, olan bitenin farkına varma, evreni algılama halidir. 


Bir başka ifade ile ruhsal alemin kapısını aralamak demektir.
Zaman hepimizin önünde akar gider, durmaksızın akar ama bazılarımız için farklıdır yaşanan ve hissedilen. Bu farklılığı hissedebilenler için, ilahi düzenin ve diğer alemlerde olup bitenin farkındalığı başlamıştır.

Farkındalık, fiziki dünyanın dışında, bir içe dönme halidir. Yaşananları irdeleme, anlama gayretine girmek, bir arayış halidir.

Farkındalık, yaşadığımız an'a odaklanmak ve an'ı yaşamakla başlayan bir olgudur. Bir bilinçlenme hali, başka boyutlara hazırlık halidir. 
Yaşadığımız an itibariyle ne hissettiğimize, düşündüğümüze, gördüğümüze ve bedenimizde neler hissettiğimize odaklanmaktır.

Farkındalık aslında, varlığın kendisini tanımaya odaklanması, ya da yüzleşmesi de diyebiliriz. Düşünce dünyamızda duygularımızı anlamak, irdelemek onlara karşı refleks geliştirmektir. 
Aslında insanın geliştirip kazanabileceği bir beceridir. Hepimizin alt yapısında bulunan ama sadece bazılarının bu kapıyı aralayıp gördüğü, hissettiği bir haldir. 
Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, algıların ve gönül gözünün açılmasıdır.

Yaşadığımız dünyada hepimiz çok büyük bir hata yaparız. Sürekli geçmişle ve gelecekle yaşamaktır, yapılan bu büyük  hata.
Aslında, en basit haliyle yapılması gereken an'ı yaşamak, onun keyfini çıkarmaya çalışmak, onu görebilmektir. 


Fakat, ezici çoğunlukla bizler ne yapıyoruz? 
Takılıp kalıyoruz geçmişe veya "yarın ne olacak?" diye geleceğe. 

Çocukluktan kalan miras, yaşadıklarımız, aldığımız eğitim, aile, okul, sosyal yaşam bizi zorlu fiziksel dünyada belli kalıplara sokar ve devamlı olarak bir gelecek korkusu içimizi kemirir. İşte tam da bu sebepten içinde bulunulan anı ıskalarız. Yaşanan şeyin sebebini, gerçek manasını ve değerini anlayamayız. 

Fakat, bunu becerebilenler için her şey yaşanan o an'dadır. İçimize sindirmemiz gereken tam da budur. Eğer, ruhsal dünyamızı zenginleştirmek ve tekamül etmek istiyorsak, geçmişe takılmayacağız. 

Tabii ki, geçmiş bizi biz yapan değerlerle dolu ama yaşandı geçti. Sadece geçmişte yaşadıklarımız ve öğrendiklerimizden dersler alıp yola devam edeceğiz. 
Geçmişle yaşamayacağız, geçmişte yaptığımız hatalar için kendimizi suçlamadan yola devam edeceğiz ki, bir sonraki hedefi algılayıp, anlayabilelim; bir sonraki anın detaylarını iyice farkederek, an'ı özümseyerek doya doya bilinçli yaşayalım.

Yaşadıklarımızdan pişmanlık veya mutluluk duymanın ötesinde yaşananların neden yaşandığının cevaplarını arayıp bulmalıyız.
"Acaba, geçmişte yaşadıklarımdan ne öğrendim, nasıl bir ders almalıyım?" sorularını sormalıyız kendimize.


İşte bu soruların cevabı, bizi ruhsal dünyamızın derinliklerine götürecek, "Dünyada neden bulunuyoruz?" sorusunun da cevabı olacaktır.

Bakın MÖ 6. Yüzyılda yaşayan Çin'li bilge Lao Tzu an'ın önemini nasıl da güzel ifade etmiş;
"Üzüntülüyseniz, geçmişte; endişeliyseniz, gelecekte ve huzur içindeyseniz, şimdiki zamanda yaşıyorsunuz demektir."

Geçmişte biriktirdiklerimiz, duygu ve düşüncelerimiz bizim hayatımızı kontrol altına alan şeyler haline gelmiştir.
Farkındalık, işte bunu görebilmek ve anlamaktır.

Farkındalık; duyguların esiri olmadan yaşam boyu çevremize ördüğümüz kalın duvarların dışına çıkabilmektir. İşte bunu becerebilirsek tekamül yolunda mesafe kat ederiz...
Bunu anlayan, bunun farkına varan için geçmiş, şimdi ve gelecek hepsi aynı anlamı taşır. Bunun farkına varan kişi, evrenin düzenini anlamaya başlamış demektir.


Çoğunlukla yaptığımız en büyük hata, geçmişte yaşadıklarımızı değerlendirip, yapılan yanlışlara (Neye ve kime göre) düşünmeden takılıp kalmak ve kendini suçlamaktır.

En basit ifadesiyle; farkındalık, edinilen tüm tecrübelerin birikimiyle yargılama yapmadan onları kabul ederek, hesaplaşıp huzurla yola devam etmektir.
Farkındalık, "Bu dünyaya neden geldim?" sorusunun cevaplarını arama halidir.
Farkındalık önce tolerans, sonra da hoşgörünün gelişme halidir.
Farkındalık varlığın fiziki alemde bir hiç olduğunu anlama hali, bir bütünün parçası olduğunu görmektir.
Farkındalık, hiçliğe doğru giden yolda emek ve gayret isteyen bir uğraştır.
Farkındalık, bilginin bilgelik boyutuna taşınarak, gerçek bir olgunluk halidir. 
Farkındalık boyutuna ulaşanlar için çok farklıdır hayat. 

Bu şansa ulaşanlar için yaşamda aranan bir çok sorunun cevabı bulunmuştur. Bu cevapları bulanlar için yaşam karmaşıklıktan basite doğru evrilir ve bu kişiler daha dingin, daha huzurlu ve mutlu bir hayat sürerler.

Haydi gelin farkında olmaktan bir öteye geçip, farkındalık'a erişmek için biraz daha gayret gösterelim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder