19 Şubat 2017 Pazar

NEREDEN GELDİK, NEREYE GİDİYORUZ?

Hepimizin zihnini yoran, çoğunlukla cevap bulamadığımız, bizleri nereden geldik nereye gidiyoruz soruları ile meşgul eden gizem dolu bilinmeyen nedir?

İnsanlık var olduğundan beri bu sorunun cevabını arıyor.
Bilinen tüm dini, ezoterik öğretiler, felsefe ve din bilimcileri bu konuda yorum yapıyor, açıklamalar getirmeye çalışıyor, bir takım teoriler ortaya atıyorlar.

Bilim insanları ise daha önceki yazılarımda belirttiğim üzere yaptıkları tüm araştırma, deney ve çalışmalar neticesinde olanı ispat etme gayretini sürdürüyorlar.
İsviçreli bilim insanı ve analitik psikolojinin kurucusu Carl Gustav Jung' un dediği gibi;
'' Bilim, batılı aklın bir aracıdır ve onunla çıplak ellerle açılabileceğinden daha çok kapı açılır. O, bilgimizin bir bölümüdür ve onun tarafından verilen anlayışın, var olan tek çeşit olduğuna inanıldığında iç görümüzü örtbas ederiz''.

Jung, kısaca şunu söylemek istiyor; evet bilim insanları bir yere kadar bir şeyleri izah etmeye, elle tutulur olanları ortaya çıkarmaya çalışıyor, ama bunların ötesinde de gözardı edilen bir alan var.
Peki, elle tutulamayan, izah edilemeyenler nasıl olacak, onları nasıl bulup çıkaracağız?
Öncelikle burada şu noktayı açıklamakta fayda var.
Çevrenize dikkatli baktığınızda insanlık aleminin çok önemli bir kısmı bu konu ile son yıllarda ciddi şekilde ilgilenmekte ve bilinmez olan aleme karşı merak ve algıları geçmişe göre daha açık hale gelmektedir.

Bu insan denen varlığın evriminin bir parçasıdır.
Bu gelişim her geçen gün artarak devam edecek ve sonucunda insanlık alemi başka bir boyuta geçecektir.
Şöyle çevrenize bir bakın, duyduğunuz bir çok yeni kavram ve kelime hayatımıza girdi.

Aura yani Enerji Bedeni, Spritüel yaşam, Bilinç, Alt Bilinç, Beden Dışı Deneyim, Geçmiş Yaşam Deneyimi Spatyom, Holografik Evren, Kuantum, Kara Delik, Big Bang, Astral, Uzay Zamanı, Paralel Evrenler gibi onlarca yeni kelime ve kavram günlük hayatımızın bir parçası haline geldi.

Bütün bu kavramların bugün hayatımızda konuşulur olması, gündelik yaşamımıza girmesi bizleri biraz daha ruhsal dünyaya doğru yaklaştırmakta, bilinmezleri biraz daha anlama ve anlamlandırmamıza yardımcı olmaktadır.

Ezoterik öğreti geleneğinden gelenlerin yanısıra, semavi dinlerin öğretilerini izleyenlerin de tamamı ruhun ölmezliği ve 3 boyutlu dünyanın sonrasında bir alem olduğunu kabul etmekte ve bilmektedir.
Bugün geldiğimiz nokta itibariyle materyalist yaklaşım geleneğinden gelen bir çok insan da bahse konu diğer alemi, ruhsal alemi kabul etme noktasına gelmektedir.

'' Bedenindeki kimsenin çocukluktan, gençlikten ve yaşlılıktan geçmesi gibi, ölüm de başka bir bedene geçer. Bilge olan buna aldanmaz'' diyerek ölüm sonrasında başka bir alem olduğunu söyler MÖ 1000 li yıllarda ortaya çıkan Hindu öğretisinin önemli figürlerinden Sri Krishna.

Kısacası, insanlık aleminin çok önemli bir bölümü yaşam sonrası başka bir alem olduğu konusunda hemfikirdir diyebiliriz.

Peki, doğarken geldiğimiz, ölüm sonrası gideceğimiz bu alem neresidir, nedir?

''İnsanın kaderi ruhunda saklıdır'' diyen Herodot' un sözleri bize aslında ışık tutuyor...

Saklı olan-gizlenen bir bilgi var... ve biz insanlar bunun farkındayız... ama bulmak için acaba nasıl bir gayret içindeyiz?
Ortada bir düzen var... bir '' İlahi Düzen ''...

İnsanlar sahip oldukları 5 duyunun sınırlı özellikleri nedeni ile bu düzenin basitlik ve karmaşıklık zincirinde, en alt ve en üst sonsuz noktalar arası uzanıp giden hareketlerin yapısından dolayı, ancak belirli sınır dahilindeki birkaç madde halkasının şekil ve hallerini görüp algılar ve idrak edebilirler.
Bu haller, algı ve şekiller hareketlerin azlığı ya da basitliği bakımından aşağılara doğru inerek bir sınıra gelince, insan idrakinin alıcı alanından uzaklaşmaya başlarlar ve sonunda tamamıyla kaybolurlar.

Aynı şekilde tam tersi olduğunda yukarı taraflara doğru da madde zincirinin halkaları gittikçe artan ve karmaşıklaşan hareketlerle yükselir ve gelişirken, yine insan idraki onları bir noktadan itibaren tamamıyla kaybeder.
Zira, şu an itibarı ile 5 duyumuzla algıladığımız alt ve de üst sınırdaki madde durumları ile sonuçlanan hareket nitelik ve niceliklerini, yaşadığımız evrende hiçbir insan zekası ve idraki kavrayamaz. Bundan dolayı insanların, evrenin sonsuzluğunda yer alan birkaç halkadan başkasını anlamaya ve kendilerine göre el ile tutulurcasına irdeleme yapabilmeye gücü yetmemiştir.

Daha önceki yazılarımda da bahsettiğim gibi bir kısım bilim insanlarının ve özellikle materyalist düşünceyi savunanların bazı yüksek maddesel görünüm olanaklarını red veya inkar etmelerinin başlıca sebebi de budur.
İnsan bilinmez ve görünmez bir ruh ile bilinir ve görünen bir bedenden meydana gelmiş bir varlıktır. Aslında maddi tarafını bile halen tam olarak bilemediğimiz bir varlık... kısacası iki yönlü bir muammadır. Fakat, bilmemiz gereken çok önemli bir şey ise insana bahşedilen en önemli özelliklerden biri olan bilinmeyeni çözme merakı ve yeteneğidir.

Tek yapmamız gereken bu bilinmeyenin şifrelerini çözmek için Akıl ve Sezgilerimizi kullanmamızdır.
Akıl yönünden konuyu ele alacak olursak iki yol vardır.

Bunlardan birincisi olaylardan kanunlara, parçalardan bütüne ve neticesinde elde edilen kavramlara dayandırma, deneyleme yoludur; diğeri ise bunun tam tersi olan bütünden parçalara, kanunlardan olaylara varmak yoludur.
İkinci yol doğuştan ruhta var olan kavramalara dayanma yoludur, akıl yoludur, ideal olan yoldur.

Sezgi yolu ise bir ilham, bir vecd yolu yani ruhun dünyevi alemden kurtulduğu, gerçekle hisler yoluyla doğrudan ilişki kurduğu yoldur.
Akıl yolunda adım, adım bir akıl yürütme, bir sebep sonuç ilişkisi ve sonunda bir bilme söz konusudur.

Bu konuda bir çok felsefe akımı ortaya çıkmıştır.
Sezgi yolu ise konuyu bir anda ve bütünlüğü ile bir kavrama ve daha da ötesi bir aşk ve muhabbet ile konu ile birleşme, bir kabullenme söz konusudur. Buna en büyük örnek olarak İslam tasavvufunu gösterebiliriz.
Bu iki yol birbirinden ayrı olmadığı gibi, birbirini tamamlar niteliktedir. İnsan aldığı eğitimler sonucu ve bulunduğu sosyal çevrelerin etkileri ile sezgilerinden çok akıl ve elle tutulur bilgiyi seçmeye şartlandırılmıştır.

Tekamül yolunda gerçeğin ne olduğunu önce akıl ile bilir, ama sonra akıl ile bildiğini sezgi ile bulur, yaşamına uygularsa aradığı gerçeğe ancak o zaman ulaşır... ve aradığı gerçeğin aslında tam da kendisi olduğunu görür...İşte bunları algılayabilmek ve anlayabilmek, sınırların dışında olanları hissedebilmek başka bir pencereden bakabilmek için tekamüle ihtiyaç vardır.

2 yorum:

  1. Sevgili dostum.
    Emeğine, yüreğine sağlık. Herşeyden önce böylesi derin bir konuyu, anlaşılır bir dille aktarmanı son derece önemsiyorum. Zira benzer başlıklarda bugüne tanık olduğumuz metinlerde; genel seyir, 'üst dil' ve bağlamında 'sözde üst akıl'dır. Böylelikle de arayış içerisinde bulunan samimi kişilerin önü, daha baştan kesilir. Bu anlamda katkıların nedeniyle kutluyor, gelecek paylaşımlarını ilgi ve merakla bekliyorum. Sevgi'yle esen kal.

    YanıtlaSil
  2. Akıl bilimsel metodla yürürse, insana özgü ruhun sezgisine yer verirse, insanlığa bir şeyler kayar; ancak tek başına şaşırmış bir pusuladır.

    YanıtlaSil